30 Nisan 2012 Pazartesi

Gün 31: Bir Kadın 42 Bedeni Aşınca Gör Başına Neler Gelir



Bir ayda Dukan Diyetiyle 5,2 kilo verip 44 bedenden 42 bedene düştüm. 42 çok kritik bir bedendir, bunun üstüne çıktığınızda modacılar tarafından artık başka bir kategoriye sokulursunuz. Ya da erkeklerin de anlayacağı şekilde söyleyelim küme düşersiniz.  Eskiden güle oynaya alışveriş yaptığınız mağazaların kapısından giremezsiniz, detektörler öter şişman içeri girdi diye. Türkiye’deki mağazaların çoğu 42 bedene kadar üretim yapar. Dolayısıyla 42 bedenden büyükseniz doğru büyük beden mağazalarına yollanırsınız. Kilo alamaya başlayan bir insan bu “büyük beden” sözünü 44 bedene ulaşmadan da yavaş yavaş duymaya başlar, bir nevi sizi yeni yaşamınıza alıştırırlar. “Büyük bedenlerimiz şu tarafta efendim, baktığınız elbisenin büyük bedeni de var” gibi.

Zaten az sayıda olan büyük beden mağazaları pahalıdır öncelikle. Madem şişmansın sonuçlarına katlanacaksın mantığını güder modacılar. Harcanan kumaş bir 36 bedene göre elbette fazladır ama fiyatını 2 katı yapacak kadar da değil. Hem şişman olduğun için mağdursundur bir de üstüne fazla para ödersin, işte sana çifte mağduriyet.

Bu mağazaların diğer bir özelliği de oldukça zevksiz olmalarıdır. Şişman olduğuna göre demek ki zevksin de diye düşündüklerinden olsa gerek sade, kibar bir şeyler bulmak neredeyse imkânsızdır. Güzel bir kot görürsünüz, bakarsınız paçaları işlemeli ya da arka cepleri taşlı. İş için lacivert bir takım bulursunuz, astarı ve kocaman düğmesi fuşya rengindedir. Her şey büyük desenli, allı güllüdür, bunların insanı daha da şişman gösterdiğinin ortalama her kadın bilir ama şişman mağaza tasarımcısı bilmez.

Kilo aldığım süreçte 42 bedeni aştığımı anlamam benim için oldukça acı bir tecrübeyle olmuştu. Bir süredir hep aynı kıyafetleri giymekten sıkılmıştım, aynı etek ve pantolonla neredeyse tüm yazı geçirmiştim. Sezon sonu indirimden yararlanmak için iş kıyafetleri satan şu bildiğiniz mağazalardan birine gittim. Dolaşırken yanıma bir satış görevlisi geldi ve küt diye “Yalnız ürünlerimiz 42 bedene kadar” dedi. Hiç beklenmedik bir anda gelen bu şoku hemen atlatıp “İyi de ben zaten 42 bedenim” dedim. Görevli genç, hafif bıyık altından gülümseyerek, “bazı serilerde 44 beden de var, isterseniz onlardan deneyelim” dedi. O anda kendimi Pretty Womsn filmindeki Julia Roberts gibi hissettim. Hani gittiği mağazada onu aşağılıyorlardı. Hayalimde mağazadan hışımla çıkıyorum, birkaç ay sonra 36 beden geri dönüyorum, tüm 36 beden kıyafetleri deniyorum, yüklüce bir alışveriş yapıyorum, ama bana başka bir görevlinin yardım etmesini istiyorum, falan filan. Hayal kısa sürdü. Keşke bu popoyu büyük gösteren eteği giymeseydim diye düşündüm sonra, bak beni 44 beden sandı diye. Gittikçe sinirleniyordum ama görevliyle inatlaşıyordum da. Keşke o anda çekip gitseymişim. Tamam dedim, girdim kabine 44 bedeni deneyeceğim ve çocuğa bana büyük oldu bu deyip onu bozacağım. Nerede o günler, verdiği 44 beden pantolon tam oldu, hatta üst bacakları baya baya yapıştı, iğrenç görünüyordu. Ben son zamanlarda aynı kıyafetleri giymekten onları muhtemelen bolartmıştım ve farkında değildim. Pantolonu beğenmediğimi söyleyip mağazadan çıktım. Ben çıkarken hala bıyık altından gülüyordu. Sorun 44 beden olduğumu söylemesi değil, söyleyiş tarzıydı. Görevliyi şikâyet etmeyi çok düşündüm ama belki bir zararı olur diye vazgeçtim.

Uzun lafın kısası 42 bedeni aşmamaya çalışın, vallahi küme düşersiniz. 

29 Nisan 2012 Pazar

Gün 30: Dukan’da 1 Ayın Bilançosu


Dukan diyetinde bir ayı doldurdum ve işte sonuçlar:

Başladığım kilo: 78,4
Şu andaki kilo: 73,2
Verilen kilo: 5,2

Kendimi nasıl hissediyorum? Mutlu, istediğim şeyi başarmış olmaktan dolayı gururlu, sağlıklı ve hafif.

Dukan diyetinin artıları neler? Hiç aç kalmamak, serbest olan yiyeceklerden istediğin kadar tüketebilmek.

Dukan diyetinin eksileri neler? Protein günleri beni zorluyor, fiziksel olarak doysam da psikolojik olarak tatmin olmadığımdan hep bir eksiklik, psikolojik açlık hissediyorum.

Beni en çok ne zorladı? Ekmek yiyememek, meyvenin yasak olması.

En çok neleri özledim? Kahvaltı yapmayı, pizza, makarna, su böreği ve her tür çikolatalı tatlıyı.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Gün 29: Müdürümü Öldürmek İstedim… Ama Yapamadım…


Bir önceki işyerimde sürekli annesinin ne kadar güzel yemek yaptığını söyleyen arkadaşımdan bahsedince o şirketteki müdürüm ve bana yaşattığı kâbus dolu günler aklıma geldi. 30’arının başındaydı, yeni müdür olmuştu ve ilk elemanı, başka bir deyişle ilk kurbanı bendim. Benden sadece 6 yaş büyüktü, kadındı ve ilk izlenim olarak çok sakin ve sıcak bir insan sandığımdan safça sevinmiş, iyi anlaşacağımızı düşünmüştüm. Maalesef yanılmışım.

Beni her konuda, iş dışı konularda bile, eleştirmesi, sürekli gözlerine üzerime dikip suçluymuşum gibi bakması, her söylediğimi terslemesi, insanların içinde bozması, özel hayatıma karışması sonucunda sabah işe gitmek benim için işkence olmuştu. Her sabah ayaklarımı sürüyerek gidiyordum işe. Bugün mobbing dediğimiz iş yeri tacizinin her türlüsünü yapıyordu bana. O günlerde henüz çok gençtim, iş hayatının başındaydım, acemiydim ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Çaresiz başıma gelenlere katlanıyordum. Bugün çalışanlar artık bu konuda daha bilinçli ama işini kaybetme korkusuyla yine kimse sesini çıkaramıyor.

Bir ara holdingin içinde yeni bir yapılanma vardı ve beni oraya göndermek için baya uğraşmıştı. Tabi benim haberim olmadı, tesadüfen öğrendiğimde de hiç itiraz etmeden kabullendi, kendi müdürüne bensiz idare edebileceğini söylemiş. Yakın arkadaşlarımdan birini kaybettiğimde üzüntüme hiç saygı duymadı, daha da üzerime geldi. Bende yarattığı tahribat hem psikolojik hem de fizyolojikti. O zamanlar erkek arkadaşımla problemlerim vardı, en yakın arkadaşlarımdan biriyle aramız kötü bozulmuştu ve hızla kilo almaya başlamıştım. Onunla konuşurken stresten kekelemeye başlamıştım, daha önce hiç böyle bir problemim olmadığı halde.

İşkence dolu günler devam ederken müdürümde de bazı değişimler başladı. Gizli bir gruba katıldı, güya yoga adı altında ayin gibi şeylere gitmeye başladı, 15 günlük gizli bir kampa gitti. Soğan, sarımsak, vb. yemeyi bıraktı ve garip garip konuşmalara başladı. Kendisinin zaten normal olmadığını düşünüyordum ama bu yaptıkları şüphelerimi iyice arttırdı. Bir ara anlattığına göre çok sorunlu bir çocukluk ve gençlik geçirmiş olduğunu da biliyordum. Bu olanlardan sonra hiç tanımadığı birisiyle aniden evlenerek şirketten ayrıldı ve ben de rahat ettim. Katil olmam an meselesiydi artık.

Kendisiyle ilgili rahatsız edici ama bir o kadar da komik bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Söylediğim gibi kilo almaya başladığım bir dönemdi ama hayatımdaki diğer sorunlar yüzünden buna odaklanamıyordum. Yaklaşık 10 kilo almıştım o dönem. Henüz insülin direnci teşhisi de konmamıştı. Bana kilolarım konusunda direkt bir şey söylemese de sürekli laf sokuyordu. Kilo almak bir insanın ne kadar disiplinsiz ve iradesiz olduğunun göstergesiymiş, kilolu insanlara hiç saygısı yokmuş, onlara acıyor ve çok kızıyormuş, falan filan. Sonunda baktı ki ben hiç oralı olmuyorum kendisi diyete başladı. Boyu 1.70 civarında kilosu da 54’tü. Bir yerlerden ölçüm yapmış, 52 kilo olmalıymış ve bu 2 kiloyu vermek için abartılı sıkı bir diyete başladı. Bana ders verecek diye açlıktan ölecekti neredeyse. Tabi diyet boyunca her gün vaaz dinledik. O diyete hiç ihtiyacı olmadığını, sırf beni kızdırmak için yaptığını bildiğimden ben de her gün karşısında mantılar, pideler, börekler yedim. İyice sinirlendi, deliye döndü. Anlattığım gibi akıl sağlının yerinde olmadığını sonunda hepimiz anladık ama keşke daha önce bilseymişim, kendimi bu kadar üzmezdim. Herkese akıl sağlığı yerinde, vicdanlı, iyi niyetli müdürler dilerim. 

27 Nisan 2012 Cuma

Gün 28: Mutlu Eden Kahve Falı


Yıllarca kahve falını sadece keyif, eğlence için dinledikten sonra 4-5 yıl önce yaşadığım birkaç fal tecrübesinden sonra baya inanmaya başladım. Bir süredir falcıya gitmemiştim. Falcıya gitmek öyle bir şey ki ancak birileri tavsiye edince aklınıza geliyor. Yakın zamanda giden arkadaşlarımızın şiddetli tavsiyeleri üzerine bugün düştük falcı yollarına. Dört arkadaş, dördümüz de güzel şeyler duymaya muhtaç. Gün 0’da anlatmıştım, hayatım pek de yolunda değil, bir anda çalıştığım şirket kapandı, çok kilo alıp neredeyse sağlımı kaybettim ve bayadır hayatımda kimse yok.

Fal bakan kişi güzel şeyler söylediğinde dinlemek terapi gibi geliyor, söylediği şeylerin olacağına yürekten inanıyor insan. Sırayla gidip falımıza baktırdıktan sonra her birimiz ağzımız kulaklarımızda döndük masaya. Bu mutluluk bize en az bir ay gider. Yalnız bir şey sormayı unuttum, zayıflamayı başarıp başaramayacağımı. Söylediği şeyler o kadar güzeldi ki heyecanlanıp unutmuşum.

Anlattığım gibi fala inanmam 4-5 yıl öncesine rastlar. İlk kilo almaya başladığım dönemlerde ilginç bir fal anısı yaşamıştım. O sıralar 65 kiloya çıkmıştım ama soran herkese 60’ım diyordum. Bana fal bakan kişi de durup dururken kilomu sordu, ben de herkese söylediğim gibi 60’ım dedim. “Hayır dedi, sen 65’sin” hayretle yüzüne baktım, gülümseyerek göz kırptı.

26 Nisan 2012 Perşembe

Gün 27: Benim Annem…


Bir önceki şirketimde birlikte çalıştığımız bir arkadaşımız vardı. Ne zaman bir yemekten bahsetsek, mesela biri zeytinyağlı yaprak sarma dese, arkadaşımız atılırdı hemen: “Benim annem onu şöyle yapar”. Ağzına şapırdatarak anlatırdı, o öyle yapılmaz, içine o konmaz, bu konur, en güzeli böyle yapılır, bizde böyle yenir diye.

Bir süre sonra yanında yemek konuşmaya çekinir olmuştuk. Hangi yemekten bahsetsek yine başlıyordu annesinin onu nasıl yaptığını, yemeğin ne güzel olduğunu anlatmaya. Yemek zevkimizi yitirmiştik, yediğimiz hiçbir şey lezzetli gelmiyordu. Dünyadaki bütün yemekler kötü ve yanlış tariflerle yapılıyordu sanki. Doğru ve lezzetli yemek yapmayı bir tek onun annesi biliyordu. Bize de veriyordu tarifleri ama denediğimizde eski bildiğimiz lezzetten pek de bir farkı olmuyordu. Muhtemelen eksik veriyordu tarifleri, sadece onun annesi en iyi yapsın istiyordu. Şimdi hatırlıyordum da ne kadar mutsuzduk, anneleriyle tartışıp arası bozulan arkadaşlarımız olmuştu, sen niye onun annesi kadar iyi yemek yapamıyorsun diye. Yemeden içmeden kesilip zayıflayan arkadaşlarımız da vardı. Hatta birkaç kişi şirketten ayrıldı.

Dünyanın geri kalanı bundan habersiz mutlu bir şekilde yemek yemeye ve bundan zevk almaya devam ediyordu. Çünkü onlar yedikleri yemekleri iyi sanıyorlardı, arkadaşımızla tanışmamışlardı.  Biz ise sürekli o evdeki yemekleri merak ediyorduk. Arkadaşımıza ima ediyorduk bizi evine davet etsin diye ama hiç oralı olmuyordu.  Acaba o yemeklerin tadı nasıldı. Sanki büyülü bir şey vardı annesinin yemeklerinde.

Zamanla o arkadaşımızla kimse yemeğe de çıkmaz oldu. Bir süreliğine onu unutup bir parça karnıyarığı ağzına götürürken atılıyordu hemen. “Aaa, karnıyarık böyle olmaz. Onu annem önce haşlar, sonra kızartır, harika olur” diye. Hadi bakalım yemekten zevk alabilirsen al. Bir keresinde arkadaşlarımızdan biri İtalya’ya seyahate gitmişti, dönüşte yediği makarnaları anlatıyordu ki arkadaşımız kesti sözünü: “Makarnayı asıl annemden yiyeceksin, benim annem…”

Dediğim gibi artık yanında kesinlikle yemek yemiyor, hatta hiçbir şekilde yemekten söz etmiyorduk. O yaz çok sıcak geçiyordu, öğleden sonra bir arkadaşımız sıcaktan bunalmış olacak ki :”Köşedeki restorandan buz gibi karpuz sipariş etsek mi” dedi. Biz kaş göz işareti yapıp susturmaya çalışırken bizimki başladı: “Öyle her yerden karpuz yenmez” diye. Aman canım, dedim kendi kendime, annesi evde karpuz da yapmıyor ya, ne diyebilir ki diye düşündüm. O sırada konuşmaya devam ediyordu: “Benim annem karpuzun çekirdeklerini ayıklar, öyle getirir masaya, bizde karpuz böyle yenir.”

25 Nisan 2012 Çarşamba

Gün 26: Emirgan Korusu’nda Laleler Arasında




Bugün sabah Tarabya’da bir işim vardı. Öğleden sonra da arkadaşımla Emirgan’da buluşmak için sözleştik. İşim erken bitince ben de Emirgan’a kadar yürümeye karar verdim. Hava çok güzeldi, boğaz pırıl pırıldı ve karşı sahilde erguvanlar harika görünüyorlardı. Çantam, kitap, su, sıcaktan çıkardığım montum ve ıvır zıvır yüzünden biraz ağır olsa da çok keyifli bir yürüyüş oldu. Günlük yürüyüşümü fazlasıyla yapmış oldum, toplam 6,5 kilometre yürümüşüm.

Tarabya’dan Yeniköy’e kadar her şey çok güzeldi ama Yeniköy’de yalılar başlayınca boğaz bir anda görünmez oldu. Boğazın Yeniköy’de birkaç kişinin tekelinde olması, yürürken sadece yalı duvarı görmek çok can sıkıcı değil mi?

Yürüyüşün sonunda Emirgan Korusu’ndaydık. Hafta içi olmasına rağmen çok kalabalıktı, özellikle lale mevsimini kaçırmak istemeyenler bugün korudaydı. Renk renk laleler öyle güzeldi ki kendimizi kaybettik. Bahar, doğa, ağaçlar ve çiçekler insana mutluluk ve yaşama coşkusu veriyor. Bol bol fotoğraf çektik, çimenlerde oturduk, çay içtik. Böyle güzel bir şehirde yaşadığımız için ne kadar şanslı olduğumuzu düşündük.

Ancak dönerken gördüğümüz manzara çok canımızı sıktı. Piknik yapanlar giderken bütün çöplerini etrafta bırakmışlardı. Cennet gibi bir yerde piknik yapıyorsun, güzel vakit geçiriyorsun ama dönerken orayı bir çöplüğe çeviriyorsun. İşte bunu anlamıyorum ve bazı insanların bu güzellikleri hak etmediklerini düşünüyorum. 





  

24 Nisan 2012 Salı

Gün 25: Su İçmeyi Unutmamalı


Osman Müftüoğlu’nun oynadığı yeni reklamı gördünüz mü? Hani sokaklarda dolaşıp insanlara su içmeyi hatırlatıyor. Yaptığı hareketten ben pek bir anlam çıkaramasam da görenler anlıyorlar.

İşte bana da tam böyle bir şey gerek diyordum ki 2 gün önce buldum. Dukan diyetinde dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri de bol su içmek. Ama ben sürekli unutuyorum, ne yapsam fayda etmedi. Günde en fazla 1 litre içebiliyorum, biraz da çay kahve.

En sonunda bulduğum yöntem işe yaradı. Kimse gülmeyecekse anlatıyorum: Tuvalete gitme ihtiyacı duyduğumda herkes gibi benim vücudum da uyarı veriyor, bu uyarıyı aynı zamanda su içme uyarısı olarak da alıp şöyle diyorum kendi kendime. Şimdi vücudumdan su ayrılacak o zaman hemen yerine yenisini koymalıyım. Banyoya giderken önce mutfağa uğrayıp kocaman bir bardak su içiyorum.

Şimdilik işe yarıyor bu yöntem!

23 Nisan 2012 Pazartesi

Gün 24: Bambaşka bir Devlet Adamı: Atatürk


Bugün 23 Nisan. Bu önemli günde büyük önderimizi anmak için ona ait güzel bir anıyı paylaşmak istedim.

Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN’dir.
Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır. Bakanın gür sesi: “Giriniz!” Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk’ten gelen bir mektuptur bu: “Bay Abidin ÖZMEN, Milli Eğitim Bakanı…”

Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur: “Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz, bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırın” Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir: “Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz.” der.

Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey’le Atatürk’e yollar. Mektubun içeriği şöyle: “Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllıkokul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum.” Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek: “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı.” diyerek olayı anlatmış. İnönü, Bakan adına özür dilemiş. Atatürk: “Yok! demiş özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse.” Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay’a iletir. O da 15.09.1985′te gazetesinde yayımlar.

22 Nisan 2012 Pazar

Gün 23: 30 Olmak


20’li yaşlardayken 30’lar bana bilinmeyen bir coğrafya, uzak bir ülke gibi gelirdi. Üniversiteden mezun olmuş, çalışmaya başlamıştım ama eğlence hala devam ediyordu. Arkadaşlarımın hepsi bekâr ve çocuksuzdu. Gençtik, enerjimiz yerindeydi, üniversitedeki hayatımızı aynı şekilde sürdürüyorduk. Hafta içi bile geç saatlere kadar eğlenip ertesi sabah erken kalkıp işe gidebiliyorduk. 30’lar ise resmi olarak gençliğin sonuydu, sıkıcıydı, ciddiydi. 20'lerden 30'lara baktığımda hiseettiklerim bunlardı.

30’umu dolduralı 3 yıl oluyor. Geçen gün otobüste önümde oturan iki genç kızın konuşması bana bu düşündüklerimi hatırlattı ve kendi kendime gülümsedim. 20’li yaşların başında olduklarını tahmin ettiğim bu kızlar bir arkadaşlarının yeni erkek arkadaşından bahsediyorlardı. Çocuk 34 yaşındaymış, sonra 34 yaşındaki birine “çocuk” dedikleri için güldüler. Kızlardan bir tanesi yeni erkek arkadaşla tanışmış, diğerine anlatıyordu. “34 yaşında ama aynı bizim gibi” dedi, sanki 30’u aşınca başka bir türe dönüşüyor insan. Ben de böyle düşünmüyor muydum 10 yıl önce?

Henüz 30’una gelmemişler için iyi haber: 30’lar o kadar da kötü değil, hatta 20’lerden daha iyi! 30’una gelmişlerin çoğu zaten bunun farkındadır eminim.

20’ler aramanın, yanlış şeylerin, yanlış adamların peşinden gitmenin, aradığını bulamamanın yaşlarıdır. Hayal kırıklığıdır, tatminsizliktir, istediğin hiçbir şeyin olmamasıdır, hayatının istediğin gibi yürümemesidir, başarısızlıktır, herkes gibi olamamaktır. 20’ler başkalarına, iyi sandığın şeylere, doğru sandığın yanlışlara, mükemmel olduğunu düşündüğün kimselere özenmek ama öyle olamamaktır, mutsuz olmaktır. 20’ler kalp çarpıntısıdır, aceledir, huzursuzluktur.


30’lar ise aramanın değil bulmanın yaşlarıdır. Bir şeylere, birilerine uymaya çalışmak değil, sana uyanları bulmaktır. Dinginliktir, huzurdur, tatmindir. Hayatını nasıl yaşamak istediğini, seni nelerin mutlu ettiğini, herkes gibi olmak zorunda olmadığını, farklılarını anladığın ve kabul ettiğin bir zamandır 30’lar. 30’lar güzeldir.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Gün 22: Dört Yeni Dukancı


Bugün üniversiteden bir arkadaşımın nikâhı vardı. Onları evlendirip balayına uğurladıktan sonra biz de kızlar grubu olarak hem nikâha gelenlerin dedikodusunu yapmak hem de sohbet etmek için hep birlikte yemeğe gittik.

Ben siparişimi Dukan’a uygun verdikten sonra kızlar diyette olduğumu fark etti, verdiğim kilolar da artık anlaşılmaya başladı sanırım. Ben de başladım Dukan’ı anlatmaya. Yaza doğru kilo vermek istemeyen kadın olur mu? Bizim gruptan hamile olan arkadaşımızı çıkarırsak kalan dört kişi 5 ile 18 kilo arası vermek istediklerini söylediler. Dukan’ı iyice anlatıp hepsini ikna edince çok mutlu oldum. Hem kendim doğru yoldayım hem de arkadaşlarıma güzel bir yol tavsiye etmiş oldum. Hepsi yarın kitaplarını alıp Pazartesi diyete başlayacaklar.

Bence Dr. Pierre Dukan bu yüzyılın sorunu olan obezitenin çözüm anahtarını buldu. Ben de elimden geldiği kadar ihtiyacı olanlara bu diyetten bahsedip onlara yardımcı olmak istiyorum. 

20 Nisan 2012 Cuma

Gün 21: 36 Kilo Veren Diva Maria Callas


New York doğumlu Yunan soprano Maria Callas 20. yüzyılın en büyük sopranolarından biridir, La Divina olarak da anılır.

Callas, kariyerinin ilk yıllarında oldukça kilolu bir kadındır. 1.74’lük boyuna karşılık 90 kilonun üzerindedir. Aslında kendisi kilolarını çok dert etmemektedir, çevresindekilerin “kilo ver” baskılarına karşı sessiz kalmaktadır. Daha sonra sahnede canlandırdığı bazı roller için daha ince bir yüze sahip olmak istediğini fark eder. Bu arada sağlığı da çok iyi değildir, çabuk yorulmaktadır, ağır bedeniyle sahnede rahat hareket edememektedir. Callas, ince kadın figürü baskısı yüzünden değil ama sanatı ve sağlığı için kilo vermeye karar verir.

Yaklaşık bir buçuk yılda toplam 36 kilo verir, 1954’te 31 yaşında opera sahnelerindeki en güzel ve en zarif kadındır. Callas’ın nasıl kilo verdiği ile ilgili de bir sürü dedikodu yapılır ama kendisi düşük kalorili bir diyetle, tavuk ve salata yiyerek zayıfladığını açıklar.




1957 yılında, kocasıyla hala evliyken Yunan armatör Aristotle Onassis tanışır. Callas 1959’da kocasını terk eder ve büyük bir aşk yaşamaya başlarlar. Bu büyük aşk 9 yıl sonra, Onassis’in Callas’ı  Jacqueline Kennedy için terk etmesiyle son bulur. Bu ayrılık Callas için ağır bir yıkım olur.

40 yaşlarında Callas’ın sesinde bir problem oluşur, bir süre sahnelerden uzak kalır. Birçoklarına göre bunun nedeni hızlı kilo kaybıdır. Sebebi hakkında net bir açıklama yapılmaz.

Hayatı trajedilerle dolu olan Callas son yıllarını Paris’te yalnız geçirir ve 1977’de, 53 yaşında kalp krizinden ölür. Vasiyeti üzerine külleri Ege Denizi’ne dökülür. 

Maria Callas'tan Ave Maria yorumu: http://www.youtube.com/watch?v=N6jtO5-Q0YY

19 Nisan 2012 Perşembe

Gün 20: Kilolarıyla Barışık Bir Kadın: Adele


23 yaşındaki İngiliz pop yıldızı Adele muhteşem sesiyle çoğumuzu büyülüyor. Adele’in en az sesi kadar konuşulan başka bir konu ise kiloları. Diğer 0 beden pop yıldızlarının aksine Adele sıradan, kilolu bir kadın gibi görünüyor ve kilolarını da hiç umursamıyordu.

Daha önce 16 beden (bizdeki 44 beden) olduğunu açıklayan Adele, obezitenin oldukça yüksek olduğu İngiltere’de kadınların kendilerini özdeşleştirebildikleri bir kadın. “Hiçbir zaman bir model gibi gözükmek istemedim” diyor, “ben kadınların çoğunluğunu temsil ediyorum ve bununla gurur duyuyorum.”  Aralık 2011’de Cosmopolitan’ın kapağında yer alan fotoğrafıyla kadınları 0 bedene özendiren diğer yıldızların aksine Adele’in kilolu ancak sağlıklı görüntüsüyle iyi bir rol model olduğu da söyleniyor.

Kasım 2011’de gırtlağındaki sorun nedeniyle ameliyat olan ünlü şarkıcı sağlığı için sigarayı bırakmak ve kilo vermek zorunda kaldı. Sağlık sorunları nedeniyle bir süre ortalarda görünmedi, Şubat ayında Grammy törenlerinde ortaya çıktığında oldukça zayıflamış görünüyordu.

Grammy törenlerinden çok kısa bir süre önce Chanel’in kreatif direktörü Karl Lagerfeld Adele için oldukça kilolu ama sesi ve yüzü çok güzel demişti. Gelen tepkiler üzerine Lagerfeld daha sonra yanlış anlaşıldığını söyleyerek özür dilemek zorunda kaldı.

Adele sadece sağlığı için kilo verdiğini açıkladı, dolayısıyla kilo ile ilgili görüşünden vazgeçmiş değil. Şimdi en çok konuşulan konulardan biri Adele’in hangi yöntemle zayıfladığı. Kimileri Atkins diyor kimileri de vejetaryen bir beslenme ve spor ile kilo verdiğini iddia ediyor.

Umarım Adele bir önce sağlığına kavuşur ve o güzel sesinden daha bir sürü şarkı dinleriz. 

18 Nisan 2012 Çarşamba

Gün 19: Defne Bond Eminönü’nde


Telefonum bozulunca, bilmem hangi coğrafyadan yolunu şaşırıp İstanbul’a düşmüş fırtınaya rağmen, bugün Doğubank’ın yolunu tuttum. Akıllı telefonlara öyle alışmışız ki iki gündür elim kolum yok gibi hissediyorum.

Otobüste herkes fırtınadan bahsediyordu, bir adam Haliç’te kayıkların havalandığını anlatıyordu. Ben Eminönü’ne vardığımda fırtına az çok dinmişti. James Bond filminin çekimleri sebebiyle Yeni Cami’nin önü tamamen kapatılmıştı. Doğubank’a gidebilmek için Mısır Çarşısı’nın solundaki çiçeklerin oradan yukarıya kadar yürüyüp dolaşmak gerekiyordu. Herkes bu durum karşısında çok kızgındı.

Telefonumu yaptırdıktan sonra aktarda Argan Yağı aldım. Hem cilt hem de saça çok iyi geliyormuş. Saçlarım biraz fazla dökülüyor gibi geliyor bana, Dukan Diyeti’nin yan etkisi olarak da birkaç kişiden duyunca iyice paniğe kapıldım. Argan Yağını denedikten sonra paylaşırım işe yarayıp yaramadığını.


James Bond’un serinin bu bölümünde görevi ne bilmiyorum ama benim görevim bugün Eminönü’nden Dukan’a ihanet etmeden dönebilmekti. Eminönü, diyette olan birisi için çok tehlikeli, her an bir koku, sağlı sollu dizilmiş yiyecekler aklınızı çelmeye hazır. Mısır Çarşısı’ndaki çeşit çeşit lokumlar, şekerlemeler, kuru meyveler ve çerezler, çarşının sağından ilerleyince kurukahveci Mehmet Efendi’nin sokağındaki şarküteriler, en sevdiğim kebapçılardan Hamdi. Tabi ki hepsine direndim, yanımda götürdüğüm kreplerden yiyerek ve sadece bir çay içerek eve dönebilmeyi başardım. Benimki de en az James Bond’un görevi kadar zordu bence. 

17 Nisan 2012 Salı

Gün 18: Eyvah! Ya Herkes Zayıflarsa!


Dukan Diyeti’ne başladığımdan beri, algıda seçicilik olsa gerek, her yerde Dukan’dan konuşan insanlara rastlıyorum. Bugünkü kadar ilginci olmamıştı yalnız.

Bir Cafe’de oturmuş arkadaşımı beklerken yan masada oturan iki genç kızın konuşmasına kulak misafiri oldum. Masalarımız öyle yakındı ve onlar öyle yüksek sesle konuşuyorlardı ki duymamam imkânsızdı zaten. Ortak tanıdıkları bir başka kızın, adı Merve’ymiş, ne kadar zayıfladığından konuşuyorlardı. Evet, doğru tahmin, kız Dukan’la zayıflamış. Kızın ne kadar zayıfladığından diyetin ne kadar meşhur olduğuna geldi konu, benim için daha da ilginçleşiyordu kulak misafiri olmak. Bakalım ne gibi yorumlar yapacaklar diye beklerken konu bambaşka bir yere geldi. Kızlardan birisi diğerine herkesin bu diyetle zayıfladığını, yakında şişman hiç kimse kalmayacağını, herkesin zayıf olacağını söyledi. Diğeri de “İyi, ne güzel olur” dedi. Diğeri cevap verdi: “Olur mu hiç, herkes zayıf olursa zayıflığın bir anlamı kalmaz ki, özel bir durum olmaz.”  Bu arada kızların ikisinin de manken ölçülerinde zayıf olduğunu söyleyeyim. Diğeri de ikna oldu, “doğru söylüyorsun, herkes zayıf olduğunda herkes aynı olacak, bir özellik olmaktan çıkacak” dedi. Kızların canı sıkılmıştı bu duruma. Sonra sırf zayıflığın yetmeyeceğini, aynı zamanda güzel olmak da gerektiğini, bu sefer güzel ve zayıf olanların özel olacağına kanaat getirip rahatladılar. Bu komik diyalog devam ederken arkadaşım geldi, biz de aramızda sohbete başladık.

Eve dönüp bugünü yazarken aklıma yıllar önce yaşadığım başka bir olay geldi. Üniversitede uzun boylu bir arkadaşımız vardı. Bir hafta sonu arkadaşımızın evinde buluşacaktık, hepimiz toplandık en son o geldi. Gelmeden önce Nişantaşı’na uğramış. Girer girmez bir hışımla “Bu ne ya” dedi “Nişantaşı’nda bütün kadınlar topuklu giymiş, herkes benim boyumda olmuş.” “Sen de giy daha uzun ol” dediysek ikna edemedik. Uzun boy bir özellik, bir ayrıcalıkmış.

Kendinde doğuştan gelen bir özelliği başkalarında görmekten rahatsız olan bir sürü kadın var etrafta. Renkli gözlü olup da renkli lens takanlara sinirlenenler mi istersiniz, kendisi azıcık sarışın olup bütün sarı boyalı saçlara kızanlar mı.

Kendini sadece dış görünüşüyle özel sanıp aklını, kişiliğini, davranışlarını hiçe sayan kadınlar, ne yazık size. 

16 Nisan 2012 Pazartesi

Gün 17: Diyet Yaptığını Saklamak


Son 4 yılda birçok diyet deneyip, bazılarında biraz kilo verip sonra verdiğimin fazlasını alıp hayal kırıklığına uğradım. Buna rağmen yeni bir diyetisyene başladığımda ya da yeni bir diyet duyup uygulamaya karar verdiğimde hep inanç ve heyecanla kilo vereceğime inandım. İnandığım ve kararlı olduğum için de hemen çevremle paylaştım. Diyete başladığımı, yakında çok zayıflayacağımı heyecan içinde anlattım herkese. Çevremdeki herkesin buna sevineceğini düşünüyordum ki yanılmışım.

Tesadüfen şahit olduğum bir konuşmayla bazı insanların arkamdan dalga geçtiğini, kaç kere denediğimi, asla zayıflayamayacağımı söylediğini öğrendim. Bir başka grupsa biraz kıskançlıkla sanırım, zayıflamamı istemiyordu.

17 gündür Dukan’ı inançla yapıyorum ve kilo vereceğime inancım tam. Yine de geçmişten gelen korkular yakamı bırakmıyor, ya bu sefer de olmazsa diye korkuyorum. O yüzden tanıdıklara bu sefer söylemeye çekiniyorum. Bir de kötü niyetli, kilo vermemi istemeyenler var ki onların da nazarları değmesin. 

15 Nisan 2012 Pazar

Gün 16: İlk İhanet


Belli bir şeyi alışkanlık haline getirmek için 21 gün yapmanın yeterli olduğunu söylüyorlar. 16. günümde, yeni beslenme alışkanlığımın 21. gününe sadece 5 gün kalmışken artık Dukan tarzı beslenme bana iyice rahat gelmeye başlamıştı. İlk günlerdeki açlık, sinirlilik, tatminsizlik hisleri tamamen kaybolmuştu. Tamam, artık, ben bu işi hallettim derken bugün ilk ihaneti yaptım Dukan’a.

Daha önce neler neler sınamıştı beni de dönüp yüzlerine bakmamıştım. Bugün arkadaşımın mutfağında erik görünce dayamadım. Erik en sevdiğim meyve, Dukan’da da beni en çok zorlayan şey meyve yiyememek zaten. Bir, iki, üç derken küçük bir kâseyi yemem 5 dakika bile sürmedi. Arkasından derin bir pişmanlık geldi ama hemen kendimi teselli ettim. Erik, zaafım olan bir meyve o yüzden karşı koyamadım, bu bir kerelikti, bir daha olmayacak, karbonhidrat değeri de çok değildir herhalde, yağ da yok içinde.

Umarım şu erik mevsimi çabuk geçer, yoksa bu ihanetin devamı gelir gibi görünüyor.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Gün 15: İşsiz Kalanlara Küçük Tavsiyeler 2

Bugün de, yaşadığım deneyimlere dayanarak, çalışmayıp para kazanmıyorken nasıl daha tasarruflu yaşanır, masraflar nasıl kısılır konusunda küçük tavsiyelerimi yazacağım.

Artık düzenli bir gelirim yok, şirket arabası da yok, elimdeki bir miktar para ile idare edeceğim. Ben neler yaptım?

1. İlk günler taksiye bindim, sonra ne kadar masraflı olduğunu görüp hemen bir İstanbul kart alıp toplu taşımayı kullanmaya başladım.
2. Evime yardım için gelen Ayşe Abla’dan artık gelmemesini rica ettim. Temizliği kendim yapıyorum.
3. Aylık para ödediğim tüm üyeliklerimi kontrol ettim. Gereksiz masraf gördüklerimi, örneğin dijital TV üyeliği, iptal ettirdim.
4. Marketten alışveriş yapmadan önce birkaç yer gezip fiyatları, kampanyaları karşılaştırıyorum. Alışverişimi en uygun fiyata göre yapıyorum.
5. Hiçbir alışverişimi kredi kartına taksit yaptırmıyorum, hatta kredi kartımı mümkün olduğunca kullanmıyorum.
6. Bir şey almadan önce, gıda dışı, gerçekten ihtiyacım var mı diye soruyorum, yoksa kesinlikle almıyorum.
7.  Artık sağlık sigortam yok. Kız çocukları ömür boyu babalarından sigortalı olabiliyor. Sağlık konusundaki masraflarımı da bu şekilde kısmış oldum.
8. Manikür, kaş gibi işlemler için kuaföre gidiş sıklığını azalttım, evde yapabildiğim işlemleri kendim yapmaya başladım.
9. Yemek için dışarıda daha hesaplı yerleri tercih ediyorum. Zaten diyette olduğum için rahat ettim. 

13 Nisan 2012 Cuma

Gün 14: İşsiz Kalanlara Küçük Tavsiyeler 1


Dün Dukan diyeti yapanlara tavsiyeleri yazdıktan sonra bugün de çalışmadan geçirdiğim son iki haftaya dayanarak benim gibi işsiz kalanlara küçük tavsiyeler yazmak istiyorum. Daha önce anlattığım gibi iki hafta önce çalıştığım şirketin kapanması üzerine işsiz kaldım, elimdeki bir miktar parayla 3-5 ay idare edebileceğimi düşündüğümden bir süre çalışmamayı, kendimi yenilemeyi, hayatıma yeni bir yön vermeyi planladım. Çalışmadan geçireceğim süre için bir takım kararlar aldım. Bu süreyi maddi bakımdan dikkatli geçirirken kendime yeni uğraşlar da bulmaya kararlıyım.

  1. Uzun zamandır hayatınızda yapmayı düşündüğünüz ama zamansızlıktan, isteksizlikten bir türlü başlayamadığınız değişikliği yapmanın tam zamanı. Bildiğiniz gibi benimkisi kilo vermek oldu. Hem de yılarca diyetisyenlere tonla para saydıktan sonra sadece bir kitapla zayıflıyorum. (Maalesef hep medyatik ve pahalı diyetisyenleri seçtim) Gün 7’de anlattığım gibi kitaba para dahi vermedim, o beni buldu. Bu değişiklik kilo vermenin dışında sigarayı bırakmak, spora başlamak, daha sağlıklı beslenmek gibi sizin ihtiyacınız olan herhangi bir şey olabilir.
  2. Öğrenmek isteyip de öğrenemediğiniz ya da biraz bilip de geliştirmek istediğiniz bir dil varsa yine tam zamanı. Kursa ayıracak bir bütçeniz olmasa da olur. İnternette bu konuda çok güzel siteler var. Benim bildiğim bir tanesi http://www.livemocha.com/ Örneğin yaza kadar kendinizi ifade edecek kadar İspanyolca öğrenseniz fena olmaz, değil mi?
  3. Kendinize ilgi alanınıza göre bir konu seçip kendinizi geliştirmek için de iyi bir dönem.
·         Örneğin İtalyan mutfağını çok iyi öğrenmek istiyorsunuz, internette bir dolu site ve blog var bu konuda, TV programları ya da yemek kitapları ve DVD’leri de yardımcı olabilir.
·         Fotoğraf çekmeye başlamak mı istiyorsunuz? Elinizde bir dijital makine varsa, fotoğraf çekip paylaşım sitelerinde paylaşarak, blogları okuyarak kendinizi geliştirebilirsiniz.
·         Modern sanat mı ilginizi çekiyor, birkaç kitap alıp, internetteki siteleri takip edip 2-3 ay içinde bu konuda konuşabilecek bir bilgi birikimine sahip olabilirsiniz.
·         Osmanlı Tarihi’ni tam olarak öğrenmek mi istiyorsunuz, yine kitaplar ve internet iyi bir kaynak.
  1. Uzun zamandır film izleyememekten yakınıyorsanız işte size bol bol zaman. Belli bir plan dâhilinde, belli bir akımın ya da yönetmenin filmlerini izleyip örneğin Yeni Dalga akımı konusunda ahkâm kesecek hale gelebilirsiniz.
  2. 20 TL’ye bir müze kart alıp İstanbul’daki birçok müzeyi ücretsiz gezebilirsiniz. 
  3. Kitap okumak için de bulunmaz bir dönem. Evde daha önce okumadığınız kitaplar mutlaka vardır. Yoksa da yine masrafa girmeden arkadaşlarınızdan ödünç alabilirsiniz. Kadıköy sahilde çok uygun fiyata kitaplar da var. 2. el kitap da hesaplı bir tercih.

Yazı tahminimden uzun sürdü, maddi konulardaki tavsiyelerimi yarına bırakıyorum. Benim anlatacaklarım bu kadar, okuyup aklına güzel fikirler gelenler lütfen yorum yazsın, paylaşalım.

12 Nisan 2012 Perşembe

Gün 13: Dukan Diyeti Yapacaklara Tavsiyeler


  1. Öncelikle Dukan Diyeti kitabını mutlaka alın, okuyun ve diyetin size göre olup olmadığına kendiniz karar verin.
  2. Kitaptaki tariflerin bir kısmı bizim damak tadımıza uygun değil. Aşağıdaki siteleri tarif için kullanabilirsiniz.
·         http://www.dukanella.com/

  1. Öğrenciyseniz okul programınızı, çalışıyorsanız iş şartlarınızı düşünerek diyete başlayın. Bazı yiyecekleri evde hazırlayıp taşımanız gerekecek.
  2. Yoğun protein alımından dolayı bu diyeti hayatınızda defalarca yapamayacağınızı bilin. Başladığınızda kesin kararlı olun ve sonuna kadar gidin.
  3. Mutlaka bol su için.
  4. Her gün mutlaka yarım saat yürüyüş yapın.
  5. Destek olarak multivitamin alın.
  6. Diyete başlamadan kolesterol ve trigliserid değerlerinizi ölçtürün. Yaklaşık 2 ay sonra tekrar ölçtürün ve farkı görün.
  7. Son olarak, ben protein sevmem, et, yumurta, süt tüketmem, bu diyet bana göre değil diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Ben de böyle demiştim, şimdi 13. gündeyim, çok rahat yapıyorum. 

11 Nisan 2012 Çarşamba

Gün 12: Bikini Olmaz Mayo Verelim


Diyette sebze yiyebileceğim günler yataktan daha mutlu kalkıyorum. Sebze günleri daha rahat geçiyor, ben de diyete karşı daha umutlu oluyorum. Kilo vermeye başladıkça hayal kurmaya da başladım. Zayıflayınca ne giyeceğime, nasıl görüneceğime dair çoğunlukla.

Bugün Nişantaşı’nda dolaşırken yeni bikini modellerine bakmak istedim. Hesaplarıma göre Temmuz olmasa da Ağustos’ta bikini giyebilirim. Kilolu insanlar da bikini giyiyorlar ve bir kısmına yakışıyor elbette ama ben kendime yakıştıramıyorum. Özellikle de kocaman göbeğim yüzünden.

Amacım bikinileri incelemek, hatta bir tane 38-40 beden almak, dolabıma koyup arada bakarak motive olmaktı. Mağazaya girip doğruca bikinilerin olduğu tarafa yürüdüm. Önce 38 bedenleri inceliyordum ki satış görevlisi yanıma gelip “Yardımcı olabilir miyim” diye sordu. “Şimdilik bakıyorum, beğenirsem yardım isterim”. dedim. “Yalnız buradakiler 38 beden, büyük bedenlerimiz şu tarafta” diye eliyle gösterdi. Ben daha bir şey diyemeden “Size mayo da güzel olur, isterseniz birlikte mayolara bakalım” dedi. Kendince kibar olmaya çalışıyor ama ben gittikçe sinirleniyordum. “Ben diyetteyim, zayıflayınca giymek için küçük beden bikini bakıyorum” desem iyice rezil olacağımdan teşekkür edip çıktım.

Mağazadan bikini alamayınca, hatta rahat rahat bakamayınca ben de girdim internete bikini modellerine baktım. Nasıl olsa internette karışan yok, bu kiloyla niye bikini modellerine bakıyorsun diyen yok. Rahat rahat baktım, inceledim. Beğendiklerimden bazılarını buraya da ekiyorum. Şimdi bu fotoğrafları basıp buzdolabımın üzerine yapıştıracağım!







10 Nisan 2012 Salı

Gün 11: Güzel Bir Kadın Kilo Alırsa


Mad Men, 60’ların Amerikan reklamcılık dünyası ekseninden ofis hayatı, ilişkiler, evlilikler, kadın- erkek eşitsizliği, siyahî hareket, homofobi gibi konuları işleyen benim de severek izlediğim bir dizi. 2007’de yayınlanmaya başlanan dizinin 5. sezonu geçtiğimiz günlerde başladı.


Dizinin başkarakteri Don Draper’ın güzeller güzeli eski karısı Betty Draper ilk iki bölümde görünmedi. Geçtiğimiz dört sezon boyunca hem güzelliği hem de 60’lar modasının en güzel örneklerinden seçtiği gardırobu ile en severek izlediğim oyunculardan biriydi. O yüzden merakla bekledim ne zaman görünecek diye. Nihayet 3. bölümde Betty göründü ve sanıyorum benim gibi diğer Mad Men seyircilerini de büyük bir şoka uğrattı. Kocaman vücuduyla elbisesinin içine sığmaya çalışıyor ancak fermuar bir türlü kapanmıyordu. Önce hamile olabileceğini düşündüm, Betty’yi canlandıran January Jones yakınlarda doğum yaptığı için dizinin senaryosuna da hamileliği eklemiş olabilirlerdi. Ancak Betty hamile değildi, aşırı derecede kilo almıştı. Özellikle de o güzelim yüzü tanınmayacak haldeydi, boynu neredeyse kaybolmuştu.
 
Bir an ekranda kendimi seyreder gibi oldum. Daha önce anlattığım gibi ben de 55 kilodan 78 kiloya çıkmıştım. İnsülin direnci yüzünden de en çok kilo göbeğim ve kollarımın üst kısmıyla birlikte yüzümde ve gıdımda fark ediliyordu. Kilo alıp da yüzü değişmeyen kadınlara hep imrenmişimdir. Benim yüzüm de Betty gibi tanınmayacak hale geldi ve en az 10 yaş ekledi bana.

Betty yeni görünüşünden memnun değildi elbette ama değiştirmek için bir adım atmaya da niyetli değildi. Davetlere gitmemek için bahaneler uyduruyor, sürekli evde kalıp TV seyredip atıştırıyor, yeni kocası ona sürekli sen hala güzelsin dese de özgüvenini tamamen yitirmiş görünüyordu.

Ne kadar tanıdık duygular bunlar. Ben de yıllardır davet edildiğim hiçbir sosyal ortama girmemeye çalışıyordum. Ancak çok yakınımın düğünü gibi gitmek zorunda olduğum yerlere gidiyordum. Kilo veremeyeceğime inandığım için de artık yememe içmeme hiç dikkat etmiyordum.


Böyle bir soruna değindiği için Mad Men’i bu yıl daha da severek izleyeceğim. Betty kilo verebilecek mi, şişman bir kadın olarak neler yaşayacak hep birlikte izleyip göreceğiz.


Not: İnternette bulduğum bilgiye göre January Jones'a makyajla kilo aldırılmış. 

9 Nisan 2012 Pazartesi

Gün 10: Hayat Çok Kısa


Sabah Meral Okay’ın vefat haberini alınca çok üzüldüm. Dizilerini, şarkı sözlerini ve ayrıca oyunculuğunu çok beğendiğim birisiydi. Daha birkaç gün önce eşiyle ilgili yazdıklarını okumuş, aşklarına, tutkularına hayran kalmış, bu kadar erken ayrılmak zorunda kaldıklarına üzülmüştüm.

Her ölüm haberinde, ölümlü olduğumuzu, hayatımızın bir gün sona ereceğini tekrar hatırlıyor ama ne kadar da çabuk unutup günlük koşuşturmacanın içine dalıyoruz. Aynı hataları yapıyor, değmeyecek şeyler için üzülüyor, zamanımızı boşa harcıyoruz.

Daha önce anlattığım gibi bu dönem hayatımı gözden geçirip ne yapmak istediğimi, beni nelerin mutlu ettiğini anlamak ve buna göre yaşamayı denemek istediğim bir dönem. Diyete başlamam da bunun bir parçası. Hayatımı, hatalarımı, bundan sonra yapmak istediklerimi düşünürken gelen bir vefat haberi insana hayatın ne kadar kısa olduğunu hatırlatıyor. Hayat ne için çok kısa? Benim için:

Her sabah sevmediğin bir işe gitmek için

Her gün trafikte saatler geçirmek için

Dönmeyeceğini bile bile giden sevgiliyi beklemek için

Her akşam 2 saat dizi izlemek için

Sürekli geçmişi düşünüp pişman olmak için

Sizi üzen, kıran, size değer vermeyen insanları sırtınızda taşımak için

Sevdiğiniz birisiyle küs kalmak için

Mutsuz bir evliliği, mutsuz bir ilişkiyi zorla sürdürmek için

HAYAT ÇOK KISA…

8 Nisan 2012 Pazar

Gün 9: Bir Şişmanın Hatırlamak İstemediği Anlar


Hatırlamak istemediğin anları niye yazıyorsun o zaman diyeceksiniz. Şu sebeple; bugün sabah biraz depresif kalktım. Diyette olmak insanı zaman zaman mutsuz ediyor, motivasyonumu kaybetmekten korkuyorum. Bu yazıyı, motivasyonumu kaybettiğimde açıp okuyayım, benim gibi hissedenlere de yardımı olsun diye yazıyorum.

Kilo, şişmanlık öyle konular ki çok kişisel olmasına rağmen hemen herkes bu konuda yüzünüze karşı rahatça yorum yapabiliyor. İncinir misiniz, alınır mısınız hiç düşünmeden sanki şişmanlık insanın isteyerek sahip olduğu bir problem gibi, sanki böyle olmaktan çok mutluyuz gibi davranıyorlar. İşte yaşadığım bazı örnekler:

  • Genel Müdürümüz beni bir rapor için odasına çağırmıştı. Masasının önündeki koltuğa oturup sehpaya koyduğum dizüstü bilgisayara bakarak sorularını yanıtlıyordum. Bir ara kafamı kaldırdığımda eğilmekten iyice kat kat olmuş göbeğime dalıp kaldığını fark etmem.
  • Yeni evlenen arkadaşımıza yemeğe gittiğimizde eşinin herkese servis yaptıktan sonra 7 kişilik masada sadece bana “Canım sana biraz daha vereyim mi?” demesi.
  • Geçen yıl yoğun çalışmaktan spor yapmaya zaman bulamadığım için bir arkadaşım power plate önermişti. Şirketin yakınlarındaki bir merkeze gidip bilgi almak istediğimde görevlinin dudaklarını bükerek “yalnız zayıflatmıyor” demesi. Ben “zayıflatıyor mu” diye sormamıştım bile.
  • Şirkette yeni başlayan iş arkadaşımız sürekli bana iltifat ediyor, kahve getiriyor, sohbet etmeye çalışıyordu. Benimle ilgilendiğini düşünürken aradan birkaç ay geçip samimiyetimizin ilerlediği bir gün yanaklarımı sıkıp, “ay ne tatlı, tombul tombul” demesi.  
  • Akrabalar, aile dostları, arkadaşlar, orada burada tesadüfen karşılaştığın yabancıların sen sanki hiç diyet yapmamışsın, nasıl yapılır bilmiyorsun gibi sürekli öğüt vermeleri: “Ekmeği kes, az az sık sık ye, spor yap biraz, su iç, vb.”

Gün 8: Hürrem Şişman mı?


Dün, Twitter’da #kadinsaltaktikler için “Diyette olduğunu erkeklere fark ettirmemek. Şişman diye damgalanırsın sonra.” diye yazmıştım. Aslında erkeklerin de suçu yok; moda endüstrisi, TV, diziler, dergiler  hep çok zayıf kadın imajını destekliyor. Böylece de normal olanlar çok zayıf kadınlarken biraz balıketli olmak sizi anormal yani şişman yapabiliyor. Bunları düşünürken geçen yıl babamla yaşadığımız bir konuşma geldi aklıma.

TV’de hiç dizi seyretmeyen babam “Muhteşem Yüzyıl” başlayınca tarihi dizi diye seyretmeye başladı. Dizi başladıktan birkaç hafta sonra annemle birlikte beni ziyarete İstanbul’a geldiler. Muhteşem Yüzyıl’ın olduğu akşam hep birlikte ekran karşısına geçtik. Dizi başladıktan biraz sonra babam bize dönüp şöyle dedi: “Bu Hürrem de baya şişmanmış” Dizideki diğer incecik kadınlar gibi değildi elbette ama şişman demek haksızlıktı. Biraz da bozularak “Babacım, sen Hürrem’e şişman diyorsan bana da aşırı obez falan diyorsundur herhalde” dedim. “Canım ne ilgisi var, sen televizyona mı çıkıyorsun” diyerek toparlamaya çalıştı ama ben pes etmedim. “Bu halde televizyona çıkmayacağımı mı söylemek istiyorsun, bir de TV 7 kilo ekliyor diyorlar, kim bilir nasıl görünürüm” dedim. “Kızım sen işinde beynini kullanıyorsun, zayıf olmana gerek yok, hem sen böyle de güzelsin” diyerek gönlümü almaya çalıştı. Bütün kızlar babalarına çok güzel gelir zaten. Bana ilginç gelen 60 yaşındaki babamın bile kafasında oluşan çok zayıf kadın imajıydı, birazcık fazlalığı olan kadın onun için şişmandı. Tabi ki televizyonda canım, yoksa kendi kızı için der mi hiç.