25 Haziran 2012 Pazartesi

Gün 86: Yeniden Merhaba


Yeni işe başlayınca öyle bir yoğunluğun içinde buldum ki kendimi bir baktım yazmayalı bir ayı geçmiş. Elbette diyet devam ediyor. Merak edenler için hemen bir bilanço yazayım:

Başladığım kilo: 78,4
Şu andaki kilo: 67,8
Verilen kilo: 10.6

Çalışmaya başlayınca korkmuştum sıkıntı yaşarım diye ama korktuğum gibi olmadı. Akşamdan kreplerimi yapıp sabah yanıma alıyorum. Öğlenleri de ızgara ile idare ediyorum. Hatta bazen yoğunluktan ve bugünlerde de sıcaktan o kadar iştahsız oluyorum ki çok az yiyorum. Tek kötü tarafı spora zaman yaratamam oldu, onun dışında her şey yolunda gidiyor.

Yıllar sonra 40 bedene girmenin mutluluğu içindeyim. 

20 Mayıs 2012 Pazar

Gün 51: Zorunlu Ara


İşten ayrıldıktan sonra bir süre çalışmayı düşünmediğimi yazmıştım. Sürekli bir iş değil ama beni heyecanlandıran 3-4 aylık bir proje teklifi aldım ve yarın başlıyorum. Çok ani gelişti her şey ben de çok şaşkınım. Hafta sonları da dâhil yoğun bir çalışma temposuna giriyorum Dolayısıyla günlüğe her gün yazmam mümkün olmayacak. Dukan’a tabi ki devam ama deneyimlerimi ancak fırsat buldukça yazabileceğim artık.

Blogu okuyan, beni destekleyen, deneyimlerini paylaşan herkese çok teşekkür ederim. 

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Gün 50: Şişman Hisseden Kadın İşe Gitmiyor


Bugün Dipnot.tv’de okuduğum ve kendimi çokça özdeşleştirdiğim bu haberi sizlerle de paylaşmak istedim. Sabah işe gitmeyi istememe, daha önce de yazdığım gibi sosyal ortamlara gitmede isteksizlik, hep aynı duygular. İşte haber:
İngiltere’de bir alışveriş merkezi tarafından yapılan araştırmada sabah kalktıklarında kendilerini “şişman” hisseden kadınların işe gitmediği ortaya çıktı.
Alışveriş merkezine gelen 1000 kadın üzerinde yapılan anlaşmada yaşları 18-24 arasında değişen katılımcıların %43’ü kendilerini güzel hissetmedikleri için sosyal ortamlara girmekten çekindiklerini söyledi.
Araştırmayı yürüten grubun sözcüsü Donna Watson konuyla ilgili olarak şöyle konuştu:
“Bu araştırmayla kilonun kadınların iş hayatlarını etkileyen önemli bir faktör olduğu ortaya çıktı.
Ayrıca kadınlar giymek istedikleri kıyafetleri sadece ideal vücut ölçülerine sahip kadınlarda değil, daha büyük beden elbise giyen kadınlarda da görmek istiyor. “

Kaynak: Dipnot.tv

18 Mayıs 2012 Cuma

Gün 49: Dr. Dukan’ın Doktorluk Lisansı


Bugün gazetelerde okuduğumuz bir haber birçok Dukancıyı ve diyete başlamayı düşünenleri tedirgin etti. Dr. Dukan’ın doktorluk lisansı iptal edilmişti. Haberin devamını okuduğumuzda ise bambaşka bir gerçekle karşı karşıya geldik. Dukan’ın lisansı tamamen başka bir sebepten iptal edimişti.

Dr. Dukan  "Sağlıklı kiloya inen çocuklara okulda daha yüksek not verilsin..." dediği için Fransız Hekimler Birliği tarafından mesleki ilkeyi ihlal ettiği gerekçesiyle şikayet edilmişti. Altı ay içinde duruşmaya çıkması bekleniyordu ancak Dukan savunma yapmayacağını söyleyerek lisansının elinden alınmasını kabul etti. Bunun üzerine Dukan’ın Fransa’da doktorluk yapmaktan men edildiği açıklandı. Görüldüğü gibi tamamen farklı bir neden.

Dukan, yaratıcısı olduğu diyeti başta Fransa’da olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde 10 yılı aşkın bir süredir uyguluyor. Hakkında o zamandan beri çeşitli söyletiler çıkarılıyor, diyet kötüleniyor. Fransa, yukarıdaki gerekçe ile bile bir doktorun lisansını iptal edebiliyorsa Dukan diyeti gerçekten zararlı olsaydı 10 yıldır beklemez, bir önlem alırdı.

Dukan diyeti gerçekten çok başarılı, her başarılı iş gibi eleşitreni de çok. Diyet pazarı çok büyük bir Pazar, Dukan gibi başarılı bir yöntem birçok insanı işsiz bırakabilir, haksız kazançları önleyebilir. O yüzden bu kadar çok konuşuluyor. Sonunda Dukan’ı karalayacak bir neden buldular diye düşünüyorum. Ama bu bile diyetle ilgili olamadı. 

17 Mayıs 2012 Perşembe

Gün 48: Mutluluk


Önceki işimde, çok yoğun çalıştığım bir dönemde hayatın anlamını iyice sorgulamaya başlamıştım. Çok çalışıyordum ve yoruluyordum, kendime ayıracak zamanım kalmıyordu, kalsa da yorgun olduğumdan hiçbir şeye enerjim kalmıyordu. Gerçekten çok mutsuzdum, hayat bu olmamalıydı, başka bir şekilde de yaşamak mümkün olmalıydı.

Bir çıkış noktası ararken kendimi kuantum, secret benzeri öğretilerin içinde buldum. O seminer senin bu seminer benim gezip duruyor bir dolu da para harcıyordum. Ben bu işlerle ilgilendikçe çevremde ne kadar çok kişinin bu işlere girmiş olduğunu şaşırarak gördüm. Herkes bana yeni bir seminer, kitap ya da danışman öneriyordu ve ben sırayla hepsine gidiyordum. Bir süre devam ettim, kendimi kandırıp sorunlarımı çözdüğüme inanmaya başlamıştım ki hepsinin aldatmaca olduğunu gördüm nihayet.

Mutluluğu hep dış faktörlerde arıyoruz. Modern hayat bizi o kadar farklı yerlere savuruyor ki benim yaptığım gibi işi daha da karmaşıklaştırarak olmayacak yerlere gidiyoruz mutluluğu bulmak için. Bir süredir işten uzaktayım, bol bol vaktim var kendimi, hayatımı düşünmek için zamanım var. Artık mutluluğu çok büyük şeylerde, hayatımı değiştirecek kişi ya da olaylarda aramıyorum. Mutluluk küçük anlarda, sevdiğim bir şarkıyı dinlerken, güzel bir kitap okuyunca, bir dostla sohbet edince, başka birisine yardım edince, birini mutlu edince, güzel bir yere gidince, sabah sağlıklı uyanınca… Hayatı o kadar karmaşıklaştırıp mutluluğu öyle olmayacak şeylerde aramışım ki yıllarca şimdi farkına varıyorum. Sahip olduğumun farkında bile değilmişim. 

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Gün 47: Ağız Belli Olmuyor Derken Gözler Çok Zayıflamışsın Diyor


47 gün oldu, bir beden zayıfladım. Yüzüm çok değişti, boynum ve gerdanımdan da çok belli oluyor. Kısacası uzun zamandır görmeyenler hemen fark edip söylüyorlar benim de çok hoşuma gidiyor tabi ki.

Bugün akşamüstü bir arkadaşımla karşılaştım. Yanında bizim pek sevmediğimiz kuzeni de vardı. Bu kızcağız başkalarına karşı sürekli negatif olan, aslında kendiyle barışık olmayan birisidir. Bana da yıllardır zorunlu karşılaşmalarımızda sürekli kilolarımdan bahsederek neredeyse psikolojik taciz yapar. “Sen artık zayıflayamazsın, böyle kalacaksın, eski kıyafetlerini birilerine ver bari” diyerek canıma okurdu. Kendisi de yıllarca oldukça kiloluydu, asıl komik olan da bu. İki yıl önce kilo verdi, sanki eski halini unuttu. Örneğin yeni bir pantolon alır, “Hayatımda ilk defa 38 beden pantolon aldım, moralim çok bozuk” der. Biz içimizden güleriz, o hiç istifini bozmaz.

Bugün karşılaştığımızda arkadaşım beni uzaktan görüp seslendi, yanına gidinceye kadar da el ol hareketleriyle ne kadar zayıfladığımı söylemeye başladı. Yan yana gelince de çok zayıflamışsın, nasıl oldu diye sorarken kuzenine de dönüp “değil mi, çok zayıflamış” diye onay almak istiyordu. Kuzeni bu arada beni baştan aşağı süzüyor, gözlerinden kıskançlık akıyordu neredeyse. Sonunda ne dese beğenirsiniz: “Bence zayıflamamış, giydiği kıyafetten öyle anlaşılıyordur.” Bu kadarına da pes. 

15 Mayıs 2012 Salı

Gün 46: Tünel'de Keman Sesleri


Bugün arkadaşımın İstanbul dışında yaşayan kuzenine keman almak için Tünel’deki müzik mağazalarını gezdik. Girdiğimiz her mağazada bize kemanı göstermek için çalan birileri vardı. İkimiz de kemanı çok severiz, dolayısıyla bizim için güzel bir ziyafet oldu.

Bütün gün keman sesleri içinde olunca biz de özendik. Çalanlar başlayabileceğimiz konusunda bizi cesaretlendirdilerse de keman çalmanın çok zor olduğunu biliyorum. Geçmişte, lise yıllarımda piyano çalmıştım. Keman değil ama belki piyanoya tekrar başlarım. Bugün bana ilham verdi, hiçbir şeye başlamak için geç değil.  

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Gün 45: Havada Aşk Kokusu Var


Uzun zamandır hissetmediğim bir duygu bu. Kalbim pır pır, içimde sürekli bir sevinç, bir heyecan. Her şarkı anlamlı geliyor, kendimi buluyorum. Ne zamandır kapatmışım kendimi bu duygulara. Zayıflayınca, hayatımı biraz düzene sokunca bir de tabi bahar gelince aşk geldi beni buldu.

Karşı tarafın henüz bundan haberi yok. Maalesef ben de klasik bir Türk kızıyım, ölürüm de ilk adımı atamam. Henüz kimseye de anlatmadım. Onun bu blogtan haberi olmadığı için de rahat rahat yazıyorum. Sürekli görüştüğüm birisi değil ama uzun zamandır tanıyorum. Geçenlerde tesadüfen bir yerde karşılaşıp kısaca konuştuk. Arada da sosyla medyadan yazışıyoruz. Ondan da pozitif duygular alıyorum ama henüz bir adım atılmış değil. Off ne zormuş beklemek. 

13 Mayıs 2012 Pazar

Gün 44: Anneler Günü

En başta kendi annemin, bana annelik de yapan rahmetli anneannemin, anne olan sevgili arkadaşlarımın, kuzenlerimin, hem annelik hem babalık yapan annelerin, hem annelik hem babalık yapan babaların, kendi doğurmadığı çocuklara kendi doğurmuşçasına annelik yapanların, sevdiğim tüm insanları hayata getiren annelerin anneler günü kutlu olsun. 
Mustafa Balbay bugün köşesinde “Yeryüzünün neresinde bir kişi sevinçten uçuyorsa, bir anne de sevince boğulmuş demektir. Yeryüzünün neresinde bir kişi ağlıyorsa, bir de anne ağlıyordur.” yazmış. Ne kadar doğru. 

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Gün 43: Derbi Sessizliği


Bugün derbiden yararlanarak boş sokaklarda dolaştım. Şehir terk edilmiş gibiydi, sokaklar bomboştu. Evlerden ya da kafelerden maç seyreden insanların sesleri geliyordu. Kendimi tek başıma ve yalnız hissettim. Mecazi anlamda da. Bugün Can Dündar’ın konu hakkındaki yazısını okumuştum. Futbola bu kadar düşkün bir ülkede futbolla hiçbir şekilde ilgilenmemek insanı yalnız bırakıyor gerçekten. Futbol, spordan çok iddia, körü körüne takımını desteklemek, sadece kazanma hırsı gibi geliyor bana. O yüzden de hiç ilgimi çekmiyor. Bazen kıskanıyorum takımına tutkuyla bağlı olanları, birliktelik ve cemaat havasını seviyorum ama için dahil olmam mümkün değil. 

11 Mayıs 2012 Cuma

Gün 42: Bir Başarı Hikâyesi: Jennifer Nicole Lee


Ünlü bir fitness modeli olan Jennifer Nicole Lee’nin zayıflama hikâyesi herkese ilham verecek türden. Bu konudaki deneyimlerini paylaşmak için bir kitap da yazmış.
                         
Hayatındaki sıkıntılardan yiyerek uzaklaşma yolunu seçen Lee’nin yaklaşık 36 kilo fazlası varmış ve hepsini vermiş. Lee’nin başarı hikâyesinin anahtarları şunlar:

  • Hedefinize odaklanın.
  • Sağlıklı olun, incecik değil.
  • Duruşunuzu ve yürüyüşünüzü değiştirin. 

10 Mayıs 2012 Perşembe

Gün 41: Menopoz mu?


Dün yaşadığım ve beni çok sinirlendiren hadiseyi dün yazmadım ki üzerinden biraz zaman geçsin, sinirlerim yatışsın, ama ne mümkün. Hala hatırladıkça sinirden deliriyorum. Dün anlattığım gibi test sonuçlarımı aldım. Almadan önce biraz kafam dağılsın diye dolaşıyordum. Hani streslisinizdir de güzel bir şey olsa diye beklersiniz, biraz moral olsun. Tam da öyle bir ruh hali içinde, bana her zaman iyi gelen Body Shop’a girdim. Diyet nedeniyle yüzümde normalin üzerinde bir kuruma var, özellikle alın kısmında. Ürünlere bakarken yeni bir seri gördüm, yağ oranını arttıran, nemlendiren bir serumu da biraz elime sıkıp alnımda denedim.

O sırada genç bir görevli geldi yanıma, sorunumu anlattım, o serumun uygun olup olmayacağını sordum. Cevap şu şekilde başladı: “Menopoz dönemlerinde…” gerisini dinlemedim bile. “Pardon ama ben daha kaç yaşındayım biliyor musunuz, ne menopozundan bahsediyorsunuz siz” dedim bir hışım. Tamam, kilo sebebiyle birkaç yaş büyük gösteriyor olabilirim ama taş çatlasa 35-36. kendimi hakarete uğramış ve bu kadar özel bir konunun alenen dile getirilmesinden de çok rahatsız olmuştum. Çocuk sonra devam etti, yok ben bu ürünün menopoz için uygun olduğunu söyleyecektim siz yanlış anladınız diye ama iş işten geçmişti. Niye öyle söylüyorsun o zaman kardeşim. Alı al moru mor çıktım mağazadan, tam da aradığım morali buldum(!) Niye bu tür saçma şeyler benim başıma geliyor derken gidip tahlil sonuçlarını aldım ve moralim düzeldi. Ama hatırladıkça kan beynime sıçrıyor. 

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Gün 40: 40 Günün Sonunda Kan Testi Sonuçları


Dukan’da 40 günü tamamladım. Kan değerlerimin nasıl etkilendiğini görmek için bu sabah kan verdim, öğleden sonra da sonuçları aldım. Yoğun protein tükettiğimden ve neredeyse günde iki yumurta yediğimden biraz endişeliydim doğrusu. Zayıflıyordum ama bakalım sağlığım nasıl etkileniyordu? Dukan’ın risklerinin farkındayım, önlem olarak da bol su içip proteinleri en yağsızından seçiyorum.

Test sonuçlarını almaya korka korka gittim. Şirketten sağlık sigortam varken yılda bir kez sağlık taramasından geçiyorduk ve maalesef her seferinde benim değerlerim normalin üzerinde çıkıyordu. Bu sefer öyle olmadı: Kolesterol, trigliserid, ürik asit değerlerim hiç olmadığı kadar düşük çıktı. Son 40 günde sadece zayıflamakla kalmamış sağlığımı da yoluna sokmuştum.

Bir ay sonra da insülin ölçtürüp hipoglisemi konusunda yol almış mıyım ona bakmak istiyorum. Zayıflamak da çok mutluluk verici ancak sağlık elbette daha önemli. 

8 Mayıs 2012 Salı

Gün 39: Madem Evlisin…


2,5 yıl çalıştığım ve yakınlarda kapanan şirketimde iki yıl önce bir hizmet almak için bazı firmalarla görüşüyorduk. Görüşmeler sonucunda firma sayısını ikiye indirdik, birisine karar verecektik. İlk görüşmelerde çok yoğundum, sanıyorum o yüzden dikkat etmemişim ama sonradan firmalardan birinin genel müdürünün çok hoş ve çekici olduğunu fark ettim. Görüşmeler ilerledikçe adamın zekâsı, esprileri ve nazikliği çok hoşuma gitmeye başladı, ancak birlikte iş yapacağımız düşüncesi beni durduruyordu. Aklımın bir tarafı durdursa da diğer tarafı adamdan hoşlanmaya başlamıştı bile. Ortak konular bulup sohbet edebiliyorduk. Konuşmalarında dikkat ettiğim kadarıyla kendinden genelde yalnız yaşayan biri olarak bahsediyordu, parmağında yüzük de yoktu. Çok büyük ihtimal evli değildi. “Benim evim”, “arabamı şuraya park edip eve yürürüm”, “yemeğimi şöyle yaparım” gibi birinci tekil konuşmalar da bunu destekliyordu sürekli.

Görüşmelerin sonuna gelindi ve bir akşam bahsettiğim adam, ben, bizim genel müdürümüz ve onların şirketinden bir kişi daha anlaşmayı tamamlamak için yemeğe çıktık. İş dışı ortamda, biraz da içince daha samimi ve yakın davranmaya başladı, ben yine hayallere devam ediyordum. Bir önceki akşamki yağmurdan bahsederken birden “Kızın camını açık bırakmışım, yağmur başlayınca hemen odasına koştum” dedi. Dan!!! İlk darbe! Çocuğu varmış, olsun dedim, herhalde boşandı, olabilir, normaldir. Ben bunları düşünürken ekledi: “Aldım annesinin yanına yatırdım.” İkinci ve ağır darbe. Çocuğun annesi de var! “Kayınvalidem de evdeydi, o da uyanmış.” dedi. Ben düşünmeye devam ediyorum, demek ki kayınvalideyle de arası iyi, büyük ve mutlu bir aile. 10 dakika içinde hayallerim suya düştü, düşmekle kalmadı resmen boğuldu. Umarım aklımdan geçenleri kimse yüzümden anlamamıştır.

Madem evlisin, niye yüzük takmazsın, niye “ben, ben” diye konuşup kendini tek kişi gibi lanse edersin. Haksız mıyım?

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Gün 38: Burada Sigara İçemezsiniz Mister


Bugün, turistlerin yoğun olduğu bir şehir hatları vapurunda sigara içen bir adama önce Türkçe, yabancı olduğunu anlayınca da İngilizce sigara içmenin yasak olduğunu söyledim. Bilmiyormuş, ben uyarınca utandı ve sigarasını boğaza atmak suretiyle söndürdü. Artık ben de uzatıp “N’aptın, denizi kirletiyorsun” demedim. Şehir hatlarınsa sigara konusu Türkler için bile sorun. Açık alanda da içmenim yasak olduğunu bilmeyen bir sürü Türk varken yabancılara kızmak yersiz aslında.

Adam sigarasını denize attıktan sonra bir başka turist, sigara yaktı. Artık yeter, herkese tek tek mi söyleyeceğim derken ilk adam gözlerimin içine bakıp beni uyardın onu niye uyarmıyorsun dedi sanki. Bu sefer 2. sigara yakana dönüp bir İngiliz kibarlığıyla “yasak beyefendi” dedim. Orta yaşın oldukça üzerindeki adam da bana ukala bir tavırla “açık alanlarda değil” dedi. “Yanılıyorsunuz, vapurda hiçbir yerde içemezsiniz” dedim. Adam sanki kırk yıllık boğaz vapuru yolcusu gibi bana kafa tuttu, asıl benim yanıldığımı söyledi. Daha önce de yazmıştım, bu gibi konularda pek vazgeçmem. Sigara içmek yasaktır levhasını gösterip, levhada açık alanlar da dahil yazıyordu, bakın burada yazıyor işte dedim. Adam yine oralı olmadı, gülerek bir şeyler geveledi. “Siz Türkçe biliyor musunuz” dedim. “Hayır” dedi. “O zaman size okuyayım” deyip ilanı İngilizceye çevirdim. “Bana ne”, “yasaksa yasak” manasına gelen bir omuz silkme hareketi yapıp içmeye devam etti. Nereli olduğunu sordum, “England” dedi. “Bunu kendi ülkenizde yapabilir miydiniz” dedim. “Neyi?” diye sordu. “Yasak olan bir yerde sigara içmeyi” dedim. Sanıyorum o an çok az da olsa utanmış olabilir. Yabancı bir ülkede, o ülkenin insanı tarafından, bir yasak konusunda uyarılsam yapacağım şey “bilmiyordum” deyip özür dilemek olurdu. Bu adamın ukala tavrı çok canımı sıktı. “3. dünya ülkesi gördüğün bir yerden yasaklar sana vız gelir, değil mi ukala Batılı” dedim. Tabi bu son söylediğimi Türkçe ve içimden olarak. 

6 Mayıs 2012 Pazar

Gün 37: Çirkin Kadın Yoktur: Gaby Solis


Desperate Housewives dizisinin Gaby Solis karakteri bence ev hanımları arasındaki en eğlenceli karakter. Eski bir model olan Gaby, dizinin geçtiği Wisteria Lane’deki en güzel giyinen, kendine iyi bakan, koşarken bile bakımlı ve güzel bir kadın.

Bu aralar dizini eski bölümlerini izliyorum canım sıkıldıkça. Yoğunluktan 4 ve 5. sezonlarını seyredememiştim. 5. sezonu seyrederken bir de ne göreyim: bizim güzel ve bakımlı Gaby gitmiş yerine iki çocuk doğurduktan sonra kilo almış, saçını bile taramayan, bol penyelerden başka bir şey giymeyen bir kadın gelmiş. Kocasının birden bire kör olması ve maddi sıkıntıları da bu durumun sorumlusu elbette. Biraz kilo alıp eski görünümünü yitirince beden dili bile değişmiş, o kendine güvenen, alımlı, hoş kadın gitmiş, silik, süklüm püklüm bir kadın gelmiş sanki yerine.

Uzun lafın kısası; çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır. 


5 Mayıs 2012 Cumartesi

Gün 36: Migren


18 yaşımdan beri migren ağrıları çekiyorum. Bilenler bilir, kabus gibidir. Bugün sabahtan yakaladı beni hala etkisi altındayım. Dukan'a başladığımdan beri ilk defa bu kadar şiddetli oldu. 

Çok uyumak ya da az uyumak, fazla ışık, loş, şarap, az yemek, aç kalmak, ağır koku, sigara dumanı bildiğim ve bende migrene yol açan nedenler. Ama yine de engellemek mümkün değil. 

Bugünlük bu kadar, gidip karanlıkta yatmaya devam. 

4 Mayıs 2012 Cuma

Gün 35: Van Gogh Alive


Ne zamandır fırsat bulup gidememiştim, sonunda bugün gittim sergiye. Van Gogh en sevdiğim ressamlardandır, hayat hikâyesi de bana çok trajik gelir.

Sergi, bilindik resim sergilerinden çok farklı. Resimlerin hiçbirini gerçekte görmüyoruz. Bu fikir bana ileride tüm resim sergilerinin, resimlerin taşınmasına gerek olmadan, bu şekilde olabileceği fikrini verdi. Bu sergi fikri çok güzel olsa da yine de resmin orijinalini görmek ayrı bir haz.

Büyük bir salonda farklı boyutlarda yerleştirilmiş ekranlarda Van Gogh’un resimleri ve kardeşi Theo’ya mektupları yansırken bir taraftan da dönemim müzikleri, resimlerin ruhuna uygun bir şekilde eşlik ediyordu sergiye. Söylemem gerek yok sanırım oldukça hüzünlü müziklerdi. Sergi, tam da tanıtımını yaptıkları gibi bir deneyim. Tüm gösteri yaklaşık yarım saat sürüyor. Gelenler genelde yelere oturup müzikle birlikte keyfini çıkarıyorlardı. Ben de aynısını yaptım, hatta iki kez üst üste izleyerek bir saatten fazla kaldım.

İkinci kez seyrettiğimde daha çok fotoğraf ve video da çektim. Tam bu sırada yanıma oturan 30’lu yaşlardaki iki adam yüksek sesle konuşmaya başladı, ben de eğilip kibarca uyardım biraz sessiz olmaları için. Biri bana dönüp “Ne oldu, duyamıyor musunuz?” dedi. “Duyuyorum da müziğe ve resimlere konsantre olamıyorum gürültünüzden” dedim. Bu iki öküz (gerçek öküzlerden özür dilerim) daha da yüksek sesle konuşmaya başladılar. Sonra kalkıp görüntümü kapatacak şekilde tam önüme oturdular. Ben de kalkıp onların önüne oturdum. Maalesef böyle durumlarda bırakıp gidemiyorum, illa terbiyesizlik yapanın ağzının payını vereceğim. Bir gün başıma bir iş gelecek diye korkuyorum. Neyse biraz daha tartıştık, bunlar beklediğimden de terbiyesiz çıktı. O sırada ikinci gösteri de bitti ve ben çıktım zaten. BU iki öküz her şeye rağmen keyfimi kaçıramadı.

Henüz gitmediyseniz siz de sergiyi kaçırmayın. 







3 Mayıs 2012 Perşembe

Gün 34: Süt Mevzu


Dukan Diyetine başlarken süt içmediğimden, yumurta yemediğimden bahsetmiştim. Şimdi mecburen, diyette şart olduğu için ilaç niyetine bu besinleri alıyorum ama mecbur olmasam ağzıma sürmem. Bunun sebebine gelince:

Annem, çok titiz bir kadındır. Her yerde yemez, bir şeyin temi hazırlandığından emin değilse kesinlikle ağzına sürmez. Ben de küçükken bunu keşfetmiş olmalıyım ki bir şey yemeden önce anneme bakardım, o yiyorsa ve beğeniyorsa sorun yok. Ama yemiyorsa ben de yemezdim. Hatırladığım kadarıyla annemi birkaç kez eve alınan süt için kokuyor dediğini ve yüzünü buruşturduğunu görmüştüm Süt içmeyi öyle kestim. Sonradan anneme anlattığımda çok üzüldü tabi ve belki yanlış hatırladığımı söyledi. Bilemiyorum ama çocukların davranışları bu kadar küçük sebeplere bağlı olabiliyor. Yumurta için de benzer bir şey olmuştu.

Bu yüzden birkaç gündür konuşulan süt konusunda ben de bir şeyler yazmak istedim. Bu çocuklar, bu kötü deneyim sonrasında çok önemli olan sütü bir daha severek nasıl içecekler? 

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Gün 33: Üzerindekini Nereden Aldın?


Bugün bir iş görüşmesi için Levent’e gittim. Çıkışta da Nişantaşı’na uğrayıp biraz gezmek istedim. Uzun zamandır giyemediğim 42 beden bej rengi etek ceket takımım üzerime olmuştu, çok mutluydum. Yürürken mağaza vitrinlerinde kendi yansımama bakıp ne kadar zayıfladığımı düşünüyordum bir yandan.

Yürürken birden orta yaşlı bir kadın kolumdan tuttu, bir an korktum. “Affedersiniz” dedi,”Üzerinizdekini nereden aldınız?” Mutluluğum iyice arttı, demek ne kadar hoş görünüyordum ki insanlar üzerimdekinin markasını soruyordu. Ağzım kulaklarımda kadına dönüp “Yeni almadım, birkaç sezon öncesi” deyip markasını söyledim. Kadın teşekkür etti sonra “Büyük beden bulmak zor oluyor da ondan sordum” dedi.

Bütün sevincim uçup gitti. Tam zayıfladım deyip motive olurken bana reva mıydı bu? Tabi 42 beden küçük bir beden değil ama bunu yüzüme vurmak için bugün hiç de iyi bir zaman değildi.

Kös kös eve döndüm. 

1 Mayıs 2012 Salı

Gün 32: 1 Mayıs


Dünyada emekle para kazanan tüm işçilerin 1 Mayıs’ı kutlu olsun. Bugün metro seferlerini durdurdular, yolları kapattılar, kutlama yapmak isteyenleri didik didik aradılar ama yine de çok güzel kutlanmış televizyondan izledim.

Biz bugün biraz hava almak için Bebek’e gittik. Bebek’te işçiden ziyade işverenler ağırlıktaydı. Bir işçinin 4 yılda kazanacağı parayı bir günde harcayanlar. (Geçenlerde hayatında bir gün bile çalışmamız bir hanım kızımız, yaşı benimle aynı sanırım, tek bir alışverişte 45.000 TL harcamış duymuşsunuzdur.)

İster asgari ücretle çalışsın, ister bir şirkette üst düzey yönetici olarak çalışsın sonuçta hepimiz işçiyiz ve emeğimizi harcıyoruz. Hepimiz bir patron için çalışıyoruz.

Herkesin emeğinin karşılığını aldığı daha eşit bir dünya umudumuz. 

30 Nisan 2012 Pazartesi

Gün 31: Bir Kadın 42 Bedeni Aşınca Gör Başına Neler Gelir



Bir ayda Dukan Diyetiyle 5,2 kilo verip 44 bedenden 42 bedene düştüm. 42 çok kritik bir bedendir, bunun üstüne çıktığınızda modacılar tarafından artık başka bir kategoriye sokulursunuz. Ya da erkeklerin de anlayacağı şekilde söyleyelim küme düşersiniz.  Eskiden güle oynaya alışveriş yaptığınız mağazaların kapısından giremezsiniz, detektörler öter şişman içeri girdi diye. Türkiye’deki mağazaların çoğu 42 bedene kadar üretim yapar. Dolayısıyla 42 bedenden büyükseniz doğru büyük beden mağazalarına yollanırsınız. Kilo alamaya başlayan bir insan bu “büyük beden” sözünü 44 bedene ulaşmadan da yavaş yavaş duymaya başlar, bir nevi sizi yeni yaşamınıza alıştırırlar. “Büyük bedenlerimiz şu tarafta efendim, baktığınız elbisenin büyük bedeni de var” gibi.

Zaten az sayıda olan büyük beden mağazaları pahalıdır öncelikle. Madem şişmansın sonuçlarına katlanacaksın mantığını güder modacılar. Harcanan kumaş bir 36 bedene göre elbette fazladır ama fiyatını 2 katı yapacak kadar da değil. Hem şişman olduğun için mağdursundur bir de üstüne fazla para ödersin, işte sana çifte mağduriyet.

Bu mağazaların diğer bir özelliği de oldukça zevksiz olmalarıdır. Şişman olduğuna göre demek ki zevksin de diye düşündüklerinden olsa gerek sade, kibar bir şeyler bulmak neredeyse imkânsızdır. Güzel bir kot görürsünüz, bakarsınız paçaları işlemeli ya da arka cepleri taşlı. İş için lacivert bir takım bulursunuz, astarı ve kocaman düğmesi fuşya rengindedir. Her şey büyük desenli, allı güllüdür, bunların insanı daha da şişman gösterdiğinin ortalama her kadın bilir ama şişman mağaza tasarımcısı bilmez.

Kilo aldığım süreçte 42 bedeni aştığımı anlamam benim için oldukça acı bir tecrübeyle olmuştu. Bir süredir hep aynı kıyafetleri giymekten sıkılmıştım, aynı etek ve pantolonla neredeyse tüm yazı geçirmiştim. Sezon sonu indirimden yararlanmak için iş kıyafetleri satan şu bildiğiniz mağazalardan birine gittim. Dolaşırken yanıma bir satış görevlisi geldi ve küt diye “Yalnız ürünlerimiz 42 bedene kadar” dedi. Hiç beklenmedik bir anda gelen bu şoku hemen atlatıp “İyi de ben zaten 42 bedenim” dedim. Görevli genç, hafif bıyık altından gülümseyerek, “bazı serilerde 44 beden de var, isterseniz onlardan deneyelim” dedi. O anda kendimi Pretty Womsn filmindeki Julia Roberts gibi hissettim. Hani gittiği mağazada onu aşağılıyorlardı. Hayalimde mağazadan hışımla çıkıyorum, birkaç ay sonra 36 beden geri dönüyorum, tüm 36 beden kıyafetleri deniyorum, yüklüce bir alışveriş yapıyorum, ama bana başka bir görevlinin yardım etmesini istiyorum, falan filan. Hayal kısa sürdü. Keşke bu popoyu büyük gösteren eteği giymeseydim diye düşündüm sonra, bak beni 44 beden sandı diye. Gittikçe sinirleniyordum ama görevliyle inatlaşıyordum da. Keşke o anda çekip gitseymişim. Tamam dedim, girdim kabine 44 bedeni deneyeceğim ve çocuğa bana büyük oldu bu deyip onu bozacağım. Nerede o günler, verdiği 44 beden pantolon tam oldu, hatta üst bacakları baya baya yapıştı, iğrenç görünüyordu. Ben son zamanlarda aynı kıyafetleri giymekten onları muhtemelen bolartmıştım ve farkında değildim. Pantolonu beğenmediğimi söyleyip mağazadan çıktım. Ben çıkarken hala bıyık altından gülüyordu. Sorun 44 beden olduğumu söylemesi değil, söyleyiş tarzıydı. Görevliyi şikâyet etmeyi çok düşündüm ama belki bir zararı olur diye vazgeçtim.

Uzun lafın kısası 42 bedeni aşmamaya çalışın, vallahi küme düşersiniz. 

29 Nisan 2012 Pazar

Gün 30: Dukan’da 1 Ayın Bilançosu


Dukan diyetinde bir ayı doldurdum ve işte sonuçlar:

Başladığım kilo: 78,4
Şu andaki kilo: 73,2
Verilen kilo: 5,2

Kendimi nasıl hissediyorum? Mutlu, istediğim şeyi başarmış olmaktan dolayı gururlu, sağlıklı ve hafif.

Dukan diyetinin artıları neler? Hiç aç kalmamak, serbest olan yiyeceklerden istediğin kadar tüketebilmek.

Dukan diyetinin eksileri neler? Protein günleri beni zorluyor, fiziksel olarak doysam da psikolojik olarak tatmin olmadığımdan hep bir eksiklik, psikolojik açlık hissediyorum.

Beni en çok ne zorladı? Ekmek yiyememek, meyvenin yasak olması.

En çok neleri özledim? Kahvaltı yapmayı, pizza, makarna, su böreği ve her tür çikolatalı tatlıyı.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Gün 29: Müdürümü Öldürmek İstedim… Ama Yapamadım…


Bir önceki işyerimde sürekli annesinin ne kadar güzel yemek yaptığını söyleyen arkadaşımdan bahsedince o şirketteki müdürüm ve bana yaşattığı kâbus dolu günler aklıma geldi. 30’arının başındaydı, yeni müdür olmuştu ve ilk elemanı, başka bir deyişle ilk kurbanı bendim. Benden sadece 6 yaş büyüktü, kadındı ve ilk izlenim olarak çok sakin ve sıcak bir insan sandığımdan safça sevinmiş, iyi anlaşacağımızı düşünmüştüm. Maalesef yanılmışım.

Beni her konuda, iş dışı konularda bile, eleştirmesi, sürekli gözlerine üzerime dikip suçluymuşum gibi bakması, her söylediğimi terslemesi, insanların içinde bozması, özel hayatıma karışması sonucunda sabah işe gitmek benim için işkence olmuştu. Her sabah ayaklarımı sürüyerek gidiyordum işe. Bugün mobbing dediğimiz iş yeri tacizinin her türlüsünü yapıyordu bana. O günlerde henüz çok gençtim, iş hayatının başındaydım, acemiydim ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Çaresiz başıma gelenlere katlanıyordum. Bugün çalışanlar artık bu konuda daha bilinçli ama işini kaybetme korkusuyla yine kimse sesini çıkaramıyor.

Bir ara holdingin içinde yeni bir yapılanma vardı ve beni oraya göndermek için baya uğraşmıştı. Tabi benim haberim olmadı, tesadüfen öğrendiğimde de hiç itiraz etmeden kabullendi, kendi müdürüne bensiz idare edebileceğini söylemiş. Yakın arkadaşlarımdan birini kaybettiğimde üzüntüme hiç saygı duymadı, daha da üzerime geldi. Bende yarattığı tahribat hem psikolojik hem de fizyolojikti. O zamanlar erkek arkadaşımla problemlerim vardı, en yakın arkadaşlarımdan biriyle aramız kötü bozulmuştu ve hızla kilo almaya başlamıştım. Onunla konuşurken stresten kekelemeye başlamıştım, daha önce hiç böyle bir problemim olmadığı halde.

İşkence dolu günler devam ederken müdürümde de bazı değişimler başladı. Gizli bir gruba katıldı, güya yoga adı altında ayin gibi şeylere gitmeye başladı, 15 günlük gizli bir kampa gitti. Soğan, sarımsak, vb. yemeyi bıraktı ve garip garip konuşmalara başladı. Kendisinin zaten normal olmadığını düşünüyordum ama bu yaptıkları şüphelerimi iyice arttırdı. Bir ara anlattığına göre çok sorunlu bir çocukluk ve gençlik geçirmiş olduğunu da biliyordum. Bu olanlardan sonra hiç tanımadığı birisiyle aniden evlenerek şirketten ayrıldı ve ben de rahat ettim. Katil olmam an meselesiydi artık.

Kendisiyle ilgili rahatsız edici ama bir o kadar da komik bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Söylediğim gibi kilo almaya başladığım bir dönemdi ama hayatımdaki diğer sorunlar yüzünden buna odaklanamıyordum. Yaklaşık 10 kilo almıştım o dönem. Henüz insülin direnci teşhisi de konmamıştı. Bana kilolarım konusunda direkt bir şey söylemese de sürekli laf sokuyordu. Kilo almak bir insanın ne kadar disiplinsiz ve iradesiz olduğunun göstergesiymiş, kilolu insanlara hiç saygısı yokmuş, onlara acıyor ve çok kızıyormuş, falan filan. Sonunda baktı ki ben hiç oralı olmuyorum kendisi diyete başladı. Boyu 1.70 civarında kilosu da 54’tü. Bir yerlerden ölçüm yapmış, 52 kilo olmalıymış ve bu 2 kiloyu vermek için abartılı sıkı bir diyete başladı. Bana ders verecek diye açlıktan ölecekti neredeyse. Tabi diyet boyunca her gün vaaz dinledik. O diyete hiç ihtiyacı olmadığını, sırf beni kızdırmak için yaptığını bildiğimden ben de her gün karşısında mantılar, pideler, börekler yedim. İyice sinirlendi, deliye döndü. Anlattığım gibi akıl sağlının yerinde olmadığını sonunda hepimiz anladık ama keşke daha önce bilseymişim, kendimi bu kadar üzmezdim. Herkese akıl sağlığı yerinde, vicdanlı, iyi niyetli müdürler dilerim. 

27 Nisan 2012 Cuma

Gün 28: Mutlu Eden Kahve Falı


Yıllarca kahve falını sadece keyif, eğlence için dinledikten sonra 4-5 yıl önce yaşadığım birkaç fal tecrübesinden sonra baya inanmaya başladım. Bir süredir falcıya gitmemiştim. Falcıya gitmek öyle bir şey ki ancak birileri tavsiye edince aklınıza geliyor. Yakın zamanda giden arkadaşlarımızın şiddetli tavsiyeleri üzerine bugün düştük falcı yollarına. Dört arkadaş, dördümüz de güzel şeyler duymaya muhtaç. Gün 0’da anlatmıştım, hayatım pek de yolunda değil, bir anda çalıştığım şirket kapandı, çok kilo alıp neredeyse sağlımı kaybettim ve bayadır hayatımda kimse yok.

Fal bakan kişi güzel şeyler söylediğinde dinlemek terapi gibi geliyor, söylediği şeylerin olacağına yürekten inanıyor insan. Sırayla gidip falımıza baktırdıktan sonra her birimiz ağzımız kulaklarımızda döndük masaya. Bu mutluluk bize en az bir ay gider. Yalnız bir şey sormayı unuttum, zayıflamayı başarıp başaramayacağımı. Söylediği şeyler o kadar güzeldi ki heyecanlanıp unutmuşum.

Anlattığım gibi fala inanmam 4-5 yıl öncesine rastlar. İlk kilo almaya başladığım dönemlerde ilginç bir fal anısı yaşamıştım. O sıralar 65 kiloya çıkmıştım ama soran herkese 60’ım diyordum. Bana fal bakan kişi de durup dururken kilomu sordu, ben de herkese söylediğim gibi 60’ım dedim. “Hayır dedi, sen 65’sin” hayretle yüzüne baktım, gülümseyerek göz kırptı.

26 Nisan 2012 Perşembe

Gün 27: Benim Annem…


Bir önceki şirketimde birlikte çalıştığımız bir arkadaşımız vardı. Ne zaman bir yemekten bahsetsek, mesela biri zeytinyağlı yaprak sarma dese, arkadaşımız atılırdı hemen: “Benim annem onu şöyle yapar”. Ağzına şapırdatarak anlatırdı, o öyle yapılmaz, içine o konmaz, bu konur, en güzeli böyle yapılır, bizde böyle yenir diye.

Bir süre sonra yanında yemek konuşmaya çekinir olmuştuk. Hangi yemekten bahsetsek yine başlıyordu annesinin onu nasıl yaptığını, yemeğin ne güzel olduğunu anlatmaya. Yemek zevkimizi yitirmiştik, yediğimiz hiçbir şey lezzetli gelmiyordu. Dünyadaki bütün yemekler kötü ve yanlış tariflerle yapılıyordu sanki. Doğru ve lezzetli yemek yapmayı bir tek onun annesi biliyordu. Bize de veriyordu tarifleri ama denediğimizde eski bildiğimiz lezzetten pek de bir farkı olmuyordu. Muhtemelen eksik veriyordu tarifleri, sadece onun annesi en iyi yapsın istiyordu. Şimdi hatırlıyordum da ne kadar mutsuzduk, anneleriyle tartışıp arası bozulan arkadaşlarımız olmuştu, sen niye onun annesi kadar iyi yemek yapamıyorsun diye. Yemeden içmeden kesilip zayıflayan arkadaşlarımız da vardı. Hatta birkaç kişi şirketten ayrıldı.

Dünyanın geri kalanı bundan habersiz mutlu bir şekilde yemek yemeye ve bundan zevk almaya devam ediyordu. Çünkü onlar yedikleri yemekleri iyi sanıyorlardı, arkadaşımızla tanışmamışlardı.  Biz ise sürekli o evdeki yemekleri merak ediyorduk. Arkadaşımıza ima ediyorduk bizi evine davet etsin diye ama hiç oralı olmuyordu.  Acaba o yemeklerin tadı nasıldı. Sanki büyülü bir şey vardı annesinin yemeklerinde.

Zamanla o arkadaşımızla kimse yemeğe de çıkmaz oldu. Bir süreliğine onu unutup bir parça karnıyarığı ağzına götürürken atılıyordu hemen. “Aaa, karnıyarık böyle olmaz. Onu annem önce haşlar, sonra kızartır, harika olur” diye. Hadi bakalım yemekten zevk alabilirsen al. Bir keresinde arkadaşlarımızdan biri İtalya’ya seyahate gitmişti, dönüşte yediği makarnaları anlatıyordu ki arkadaşımız kesti sözünü: “Makarnayı asıl annemden yiyeceksin, benim annem…”

Dediğim gibi artık yanında kesinlikle yemek yemiyor, hatta hiçbir şekilde yemekten söz etmiyorduk. O yaz çok sıcak geçiyordu, öğleden sonra bir arkadaşımız sıcaktan bunalmış olacak ki :”Köşedeki restorandan buz gibi karpuz sipariş etsek mi” dedi. Biz kaş göz işareti yapıp susturmaya çalışırken bizimki başladı: “Öyle her yerden karpuz yenmez” diye. Aman canım, dedim kendi kendime, annesi evde karpuz da yapmıyor ya, ne diyebilir ki diye düşündüm. O sırada konuşmaya devam ediyordu: “Benim annem karpuzun çekirdeklerini ayıklar, öyle getirir masaya, bizde karpuz böyle yenir.”

25 Nisan 2012 Çarşamba

Gün 26: Emirgan Korusu’nda Laleler Arasında




Bugün sabah Tarabya’da bir işim vardı. Öğleden sonra da arkadaşımla Emirgan’da buluşmak için sözleştik. İşim erken bitince ben de Emirgan’a kadar yürümeye karar verdim. Hava çok güzeldi, boğaz pırıl pırıldı ve karşı sahilde erguvanlar harika görünüyorlardı. Çantam, kitap, su, sıcaktan çıkardığım montum ve ıvır zıvır yüzünden biraz ağır olsa da çok keyifli bir yürüyüş oldu. Günlük yürüyüşümü fazlasıyla yapmış oldum, toplam 6,5 kilometre yürümüşüm.

Tarabya’dan Yeniköy’e kadar her şey çok güzeldi ama Yeniköy’de yalılar başlayınca boğaz bir anda görünmez oldu. Boğazın Yeniköy’de birkaç kişinin tekelinde olması, yürürken sadece yalı duvarı görmek çok can sıkıcı değil mi?

Yürüyüşün sonunda Emirgan Korusu’ndaydık. Hafta içi olmasına rağmen çok kalabalıktı, özellikle lale mevsimini kaçırmak istemeyenler bugün korudaydı. Renk renk laleler öyle güzeldi ki kendimizi kaybettik. Bahar, doğa, ağaçlar ve çiçekler insana mutluluk ve yaşama coşkusu veriyor. Bol bol fotoğraf çektik, çimenlerde oturduk, çay içtik. Böyle güzel bir şehirde yaşadığımız için ne kadar şanslı olduğumuzu düşündük.

Ancak dönerken gördüğümüz manzara çok canımızı sıktı. Piknik yapanlar giderken bütün çöplerini etrafta bırakmışlardı. Cennet gibi bir yerde piknik yapıyorsun, güzel vakit geçiriyorsun ama dönerken orayı bir çöplüğe çeviriyorsun. İşte bunu anlamıyorum ve bazı insanların bu güzellikleri hak etmediklerini düşünüyorum. 





  

24 Nisan 2012 Salı

Gün 25: Su İçmeyi Unutmamalı


Osman Müftüoğlu’nun oynadığı yeni reklamı gördünüz mü? Hani sokaklarda dolaşıp insanlara su içmeyi hatırlatıyor. Yaptığı hareketten ben pek bir anlam çıkaramasam da görenler anlıyorlar.

İşte bana da tam böyle bir şey gerek diyordum ki 2 gün önce buldum. Dukan diyetinde dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri de bol su içmek. Ama ben sürekli unutuyorum, ne yapsam fayda etmedi. Günde en fazla 1 litre içebiliyorum, biraz da çay kahve.

En sonunda bulduğum yöntem işe yaradı. Kimse gülmeyecekse anlatıyorum: Tuvalete gitme ihtiyacı duyduğumda herkes gibi benim vücudum da uyarı veriyor, bu uyarıyı aynı zamanda su içme uyarısı olarak da alıp şöyle diyorum kendi kendime. Şimdi vücudumdan su ayrılacak o zaman hemen yerine yenisini koymalıyım. Banyoya giderken önce mutfağa uğrayıp kocaman bir bardak su içiyorum.

Şimdilik işe yarıyor bu yöntem!

23 Nisan 2012 Pazartesi

Gün 24: Bambaşka bir Devlet Adamı: Atatürk


Bugün 23 Nisan. Bu önemli günde büyük önderimizi anmak için ona ait güzel bir anıyı paylaşmak istedim.

Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN’dir.
Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır. Bakanın gür sesi: “Giriniz!” Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk’ten gelen bir mektuptur bu: “Bay Abidin ÖZMEN, Milli Eğitim Bakanı…”

Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur: “Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz, bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırın” Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir: “Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz.” der.

Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey’le Atatürk’e yollar. Mektubun içeriği şöyle: “Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllıkokul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum.” Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek: “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı.” diyerek olayı anlatmış. İnönü, Bakan adına özür dilemiş. Atatürk: “Yok! demiş özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse.” Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay’a iletir. O da 15.09.1985′te gazetesinde yayımlar.

22 Nisan 2012 Pazar

Gün 23: 30 Olmak


20’li yaşlardayken 30’lar bana bilinmeyen bir coğrafya, uzak bir ülke gibi gelirdi. Üniversiteden mezun olmuş, çalışmaya başlamıştım ama eğlence hala devam ediyordu. Arkadaşlarımın hepsi bekâr ve çocuksuzdu. Gençtik, enerjimiz yerindeydi, üniversitedeki hayatımızı aynı şekilde sürdürüyorduk. Hafta içi bile geç saatlere kadar eğlenip ertesi sabah erken kalkıp işe gidebiliyorduk. 30’lar ise resmi olarak gençliğin sonuydu, sıkıcıydı, ciddiydi. 20'lerden 30'lara baktığımda hiseettiklerim bunlardı.

30’umu dolduralı 3 yıl oluyor. Geçen gün otobüste önümde oturan iki genç kızın konuşması bana bu düşündüklerimi hatırlattı ve kendi kendime gülümsedim. 20’li yaşların başında olduklarını tahmin ettiğim bu kızlar bir arkadaşlarının yeni erkek arkadaşından bahsediyorlardı. Çocuk 34 yaşındaymış, sonra 34 yaşındaki birine “çocuk” dedikleri için güldüler. Kızlardan bir tanesi yeni erkek arkadaşla tanışmış, diğerine anlatıyordu. “34 yaşında ama aynı bizim gibi” dedi, sanki 30’u aşınca başka bir türe dönüşüyor insan. Ben de böyle düşünmüyor muydum 10 yıl önce?

Henüz 30’una gelmemişler için iyi haber: 30’lar o kadar da kötü değil, hatta 20’lerden daha iyi! 30’una gelmişlerin çoğu zaten bunun farkındadır eminim.

20’ler aramanın, yanlış şeylerin, yanlış adamların peşinden gitmenin, aradığını bulamamanın yaşlarıdır. Hayal kırıklığıdır, tatminsizliktir, istediğin hiçbir şeyin olmamasıdır, hayatının istediğin gibi yürümemesidir, başarısızlıktır, herkes gibi olamamaktır. 20’ler başkalarına, iyi sandığın şeylere, doğru sandığın yanlışlara, mükemmel olduğunu düşündüğün kimselere özenmek ama öyle olamamaktır, mutsuz olmaktır. 20’ler kalp çarpıntısıdır, aceledir, huzursuzluktur.


30’lar ise aramanın değil bulmanın yaşlarıdır. Bir şeylere, birilerine uymaya çalışmak değil, sana uyanları bulmaktır. Dinginliktir, huzurdur, tatmindir. Hayatını nasıl yaşamak istediğini, seni nelerin mutlu ettiğini, herkes gibi olmak zorunda olmadığını, farklılarını anladığın ve kabul ettiğin bir zamandır 30’lar. 30’lar güzeldir.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Gün 22: Dört Yeni Dukancı


Bugün üniversiteden bir arkadaşımın nikâhı vardı. Onları evlendirip balayına uğurladıktan sonra biz de kızlar grubu olarak hem nikâha gelenlerin dedikodusunu yapmak hem de sohbet etmek için hep birlikte yemeğe gittik.

Ben siparişimi Dukan’a uygun verdikten sonra kızlar diyette olduğumu fark etti, verdiğim kilolar da artık anlaşılmaya başladı sanırım. Ben de başladım Dukan’ı anlatmaya. Yaza doğru kilo vermek istemeyen kadın olur mu? Bizim gruptan hamile olan arkadaşımızı çıkarırsak kalan dört kişi 5 ile 18 kilo arası vermek istediklerini söylediler. Dukan’ı iyice anlatıp hepsini ikna edince çok mutlu oldum. Hem kendim doğru yoldayım hem de arkadaşlarıma güzel bir yol tavsiye etmiş oldum. Hepsi yarın kitaplarını alıp Pazartesi diyete başlayacaklar.

Bence Dr. Pierre Dukan bu yüzyılın sorunu olan obezitenin çözüm anahtarını buldu. Ben de elimden geldiği kadar ihtiyacı olanlara bu diyetten bahsedip onlara yardımcı olmak istiyorum. 

20 Nisan 2012 Cuma

Gün 21: 36 Kilo Veren Diva Maria Callas


New York doğumlu Yunan soprano Maria Callas 20. yüzyılın en büyük sopranolarından biridir, La Divina olarak da anılır.

Callas, kariyerinin ilk yıllarında oldukça kilolu bir kadındır. 1.74’lük boyuna karşılık 90 kilonun üzerindedir. Aslında kendisi kilolarını çok dert etmemektedir, çevresindekilerin “kilo ver” baskılarına karşı sessiz kalmaktadır. Daha sonra sahnede canlandırdığı bazı roller için daha ince bir yüze sahip olmak istediğini fark eder. Bu arada sağlığı da çok iyi değildir, çabuk yorulmaktadır, ağır bedeniyle sahnede rahat hareket edememektedir. Callas, ince kadın figürü baskısı yüzünden değil ama sanatı ve sağlığı için kilo vermeye karar verir.

Yaklaşık bir buçuk yılda toplam 36 kilo verir, 1954’te 31 yaşında opera sahnelerindeki en güzel ve en zarif kadındır. Callas’ın nasıl kilo verdiği ile ilgili de bir sürü dedikodu yapılır ama kendisi düşük kalorili bir diyetle, tavuk ve salata yiyerek zayıfladığını açıklar.




1957 yılında, kocasıyla hala evliyken Yunan armatör Aristotle Onassis tanışır. Callas 1959’da kocasını terk eder ve büyük bir aşk yaşamaya başlarlar. Bu büyük aşk 9 yıl sonra, Onassis’in Callas’ı  Jacqueline Kennedy için terk etmesiyle son bulur. Bu ayrılık Callas için ağır bir yıkım olur.

40 yaşlarında Callas’ın sesinde bir problem oluşur, bir süre sahnelerden uzak kalır. Birçoklarına göre bunun nedeni hızlı kilo kaybıdır. Sebebi hakkında net bir açıklama yapılmaz.

Hayatı trajedilerle dolu olan Callas son yıllarını Paris’te yalnız geçirir ve 1977’de, 53 yaşında kalp krizinden ölür. Vasiyeti üzerine külleri Ege Denizi’ne dökülür. 

Maria Callas'tan Ave Maria yorumu: http://www.youtube.com/watch?v=N6jtO5-Q0YY

19 Nisan 2012 Perşembe

Gün 20: Kilolarıyla Barışık Bir Kadın: Adele


23 yaşındaki İngiliz pop yıldızı Adele muhteşem sesiyle çoğumuzu büyülüyor. Adele’in en az sesi kadar konuşulan başka bir konu ise kiloları. Diğer 0 beden pop yıldızlarının aksine Adele sıradan, kilolu bir kadın gibi görünüyor ve kilolarını da hiç umursamıyordu.

Daha önce 16 beden (bizdeki 44 beden) olduğunu açıklayan Adele, obezitenin oldukça yüksek olduğu İngiltere’de kadınların kendilerini özdeşleştirebildikleri bir kadın. “Hiçbir zaman bir model gibi gözükmek istemedim” diyor, “ben kadınların çoğunluğunu temsil ediyorum ve bununla gurur duyuyorum.”  Aralık 2011’de Cosmopolitan’ın kapağında yer alan fotoğrafıyla kadınları 0 bedene özendiren diğer yıldızların aksine Adele’in kilolu ancak sağlıklı görüntüsüyle iyi bir rol model olduğu da söyleniyor.

Kasım 2011’de gırtlağındaki sorun nedeniyle ameliyat olan ünlü şarkıcı sağlığı için sigarayı bırakmak ve kilo vermek zorunda kaldı. Sağlık sorunları nedeniyle bir süre ortalarda görünmedi, Şubat ayında Grammy törenlerinde ortaya çıktığında oldukça zayıflamış görünüyordu.

Grammy törenlerinden çok kısa bir süre önce Chanel’in kreatif direktörü Karl Lagerfeld Adele için oldukça kilolu ama sesi ve yüzü çok güzel demişti. Gelen tepkiler üzerine Lagerfeld daha sonra yanlış anlaşıldığını söyleyerek özür dilemek zorunda kaldı.

Adele sadece sağlığı için kilo verdiğini açıkladı, dolayısıyla kilo ile ilgili görüşünden vazgeçmiş değil. Şimdi en çok konuşulan konulardan biri Adele’in hangi yöntemle zayıfladığı. Kimileri Atkins diyor kimileri de vejetaryen bir beslenme ve spor ile kilo verdiğini iddia ediyor.

Umarım Adele bir önce sağlığına kavuşur ve o güzel sesinden daha bir sürü şarkı dinleriz. 

18 Nisan 2012 Çarşamba

Gün 19: Defne Bond Eminönü’nde


Telefonum bozulunca, bilmem hangi coğrafyadan yolunu şaşırıp İstanbul’a düşmüş fırtınaya rağmen, bugün Doğubank’ın yolunu tuttum. Akıllı telefonlara öyle alışmışız ki iki gündür elim kolum yok gibi hissediyorum.

Otobüste herkes fırtınadan bahsediyordu, bir adam Haliç’te kayıkların havalandığını anlatıyordu. Ben Eminönü’ne vardığımda fırtına az çok dinmişti. James Bond filminin çekimleri sebebiyle Yeni Cami’nin önü tamamen kapatılmıştı. Doğubank’a gidebilmek için Mısır Çarşısı’nın solundaki çiçeklerin oradan yukarıya kadar yürüyüp dolaşmak gerekiyordu. Herkes bu durum karşısında çok kızgındı.

Telefonumu yaptırdıktan sonra aktarda Argan Yağı aldım. Hem cilt hem de saça çok iyi geliyormuş. Saçlarım biraz fazla dökülüyor gibi geliyor bana, Dukan Diyeti’nin yan etkisi olarak da birkaç kişiden duyunca iyice paniğe kapıldım. Argan Yağını denedikten sonra paylaşırım işe yarayıp yaramadığını.


James Bond’un serinin bu bölümünde görevi ne bilmiyorum ama benim görevim bugün Eminönü’nden Dukan’a ihanet etmeden dönebilmekti. Eminönü, diyette olan birisi için çok tehlikeli, her an bir koku, sağlı sollu dizilmiş yiyecekler aklınızı çelmeye hazır. Mısır Çarşısı’ndaki çeşit çeşit lokumlar, şekerlemeler, kuru meyveler ve çerezler, çarşının sağından ilerleyince kurukahveci Mehmet Efendi’nin sokağındaki şarküteriler, en sevdiğim kebapçılardan Hamdi. Tabi ki hepsine direndim, yanımda götürdüğüm kreplerden yiyerek ve sadece bir çay içerek eve dönebilmeyi başardım. Benimki de en az James Bond’un görevi kadar zordu bence.