26 Nisan 2012 Perşembe

Gün 27: Benim Annem…


Bir önceki şirketimde birlikte çalıştığımız bir arkadaşımız vardı. Ne zaman bir yemekten bahsetsek, mesela biri zeytinyağlı yaprak sarma dese, arkadaşımız atılırdı hemen: “Benim annem onu şöyle yapar”. Ağzına şapırdatarak anlatırdı, o öyle yapılmaz, içine o konmaz, bu konur, en güzeli böyle yapılır, bizde böyle yenir diye.

Bir süre sonra yanında yemek konuşmaya çekinir olmuştuk. Hangi yemekten bahsetsek yine başlıyordu annesinin onu nasıl yaptığını, yemeğin ne güzel olduğunu anlatmaya. Yemek zevkimizi yitirmiştik, yediğimiz hiçbir şey lezzetli gelmiyordu. Dünyadaki bütün yemekler kötü ve yanlış tariflerle yapılıyordu sanki. Doğru ve lezzetli yemek yapmayı bir tek onun annesi biliyordu. Bize de veriyordu tarifleri ama denediğimizde eski bildiğimiz lezzetten pek de bir farkı olmuyordu. Muhtemelen eksik veriyordu tarifleri, sadece onun annesi en iyi yapsın istiyordu. Şimdi hatırlıyordum da ne kadar mutsuzduk, anneleriyle tartışıp arası bozulan arkadaşlarımız olmuştu, sen niye onun annesi kadar iyi yemek yapamıyorsun diye. Yemeden içmeden kesilip zayıflayan arkadaşlarımız da vardı. Hatta birkaç kişi şirketten ayrıldı.

Dünyanın geri kalanı bundan habersiz mutlu bir şekilde yemek yemeye ve bundan zevk almaya devam ediyordu. Çünkü onlar yedikleri yemekleri iyi sanıyorlardı, arkadaşımızla tanışmamışlardı.  Biz ise sürekli o evdeki yemekleri merak ediyorduk. Arkadaşımıza ima ediyorduk bizi evine davet etsin diye ama hiç oralı olmuyordu.  Acaba o yemeklerin tadı nasıldı. Sanki büyülü bir şey vardı annesinin yemeklerinde.

Zamanla o arkadaşımızla kimse yemeğe de çıkmaz oldu. Bir süreliğine onu unutup bir parça karnıyarığı ağzına götürürken atılıyordu hemen. “Aaa, karnıyarık böyle olmaz. Onu annem önce haşlar, sonra kızartır, harika olur” diye. Hadi bakalım yemekten zevk alabilirsen al. Bir keresinde arkadaşlarımızdan biri İtalya’ya seyahate gitmişti, dönüşte yediği makarnaları anlatıyordu ki arkadaşımız kesti sözünü: “Makarnayı asıl annemden yiyeceksin, benim annem…”

Dediğim gibi artık yanında kesinlikle yemek yemiyor, hatta hiçbir şekilde yemekten söz etmiyorduk. O yaz çok sıcak geçiyordu, öğleden sonra bir arkadaşımız sıcaktan bunalmış olacak ki :”Köşedeki restorandan buz gibi karpuz sipariş etsek mi” dedi. Biz kaş göz işareti yapıp susturmaya çalışırken bizimki başladı: “Öyle her yerden karpuz yenmez” diye. Aman canım, dedim kendi kendime, annesi evde karpuz da yapmıyor ya, ne diyebilir ki diye düşündüm. O sırada konuşmaya devam ediyordu: “Benim annem karpuzun çekirdeklerini ayıklar, öyle getirir masaya, bizde karpuz böyle yenir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder